31 Mayıs 2012 Perşembe

AYTEN / Sayfa 92


Boynuna dolanmış uzun bir saç telinden habersiz yanı başımda uyuyorsun.

Senli zamanları uykuya harcayacak kadar cömert değilim. Gözümü bile kırpmadan, nefesimi tutarak seni biriktiriyorum. Dudaklarımda teninin tuzu ile geceyi seninle güne çevirmenin sarhoşluğunu henüz üzerimden atamamışken, sabaha seninle başlamanın mutluluğu sarmış ruhumu.

Yüzünün tüm kıvrımlarını inceliyorum. Çektiğin her bir solukla içine girip, gördüğün rüyanda olabilmek için dua ediyorum. Seni uyandırmaya korkarak, parmak uçlarımla kokumun karıştığı tenine dokunuyorum usulcacık. Sonra kendimi kokluyorum, sen kokuyor.

Tüm resimleri sildim hafızamdan, tek tek seni çekiyorum, her karede sen varsın artık. Kirpiklerinin kıvrımı, aralanmış dudakların, çarşafı üzerinden sıyırıp atmış çıplak bedenin…


28 Mayıs 2012 Pazartesi

ÇEKİLEN ÖYLESİNE TARİFSİZ Kİ...


Çekilen öylesine tarifsiz ki… Sevilmediğini ve istenilmediğini bilmek… Kendini küçücük ve değersiz hissetmek; içinde olduğunu bile bilmediğin yerlerinin acıması; her şeye rağmen hayatta tutunabilmek için sebepler arayıp durmak; parmaklarının ucunda var gücünle uzanıp, yine de ulaşamamak; bağırsan da sesinin çıkmaması gibi… Çok iyi bildiğin bir şarkının sözlerini unutmak; beynini çatlatırcasına kurcalayıp, yine de hiçbir şey hatırlayamamak; bir kere geçtiğin sokaktan defalarca aynı anı hayal ederek geçmek… Sol kolun onun kolunda, belki de sağ… Sırf birkaç dakikalığına görmek için, o da sadece rüyada, gözlerini saatlerce sımsıkı yummak, uyku ile bin bir inat… Unuttum artık diye kendi kendine söylediğin yalana her seferinde inanıp, tövbe edip içinde kalana sımsıkı sarılmak… Sevginin tarifini bile bilmediğini iddia edene karşı gülüp geçebilmek… Kimseye kanıtlamak zorunda olmadan, kendinle baş başa bu sevdayı yaşamak… Kendine kelebeğin ömrü kadar ömür biçip, yaşanacak bir hayatın daha olduğuna inanmak… Acıyla inatlaşıp, kanayan kesiklerine tuz basmak…

Evet, çekilen öylesine tarifsiz ki… Tarif etmeye çalışmanın bile ne kadar anlamsız olduğunu anlıyorsun bir süre sonra… Yalnızlığınla dost olup, sevdanı da, öfkeni de bir bir ona anlatıyorsun… Keşkelerinle hesaplaşırken her geçen gün seni ondan uzaklaştırıp, tutkularını daha da arttırıyor… Sevdanın şekli değişiyor, tutku oluyor, nefret oluyor… Geçen zaman yavaş yavaş yüzünü siliyor hayallerinden… Tek kalan gözleri… Gecenin bir yarısı veya gün ortası, dikiliveriyor karşına, aynı parlak, aynı sıcak gözler…

‘Ben buradayım!’ diyor… ‘ Gitmedim, gitmeye niyetim yok hiçbir yere. Sende kalan, bana ait olanları almadan da gitmeyeceğim!’

Oysa içimdekini vermeye benim bile gücüm yetmiyor… Yerini, derinliğini ben bile bilmiyorum… Kalbimin bir yerlerine mi, yoksa beynim de mi? Belki de iliklerime işlemiş… Söküp atabilmek elimde olsaydı bile vermezdim... Tarifsiz çekilenlere rağmen,  onsuzluğa alışmaktan korkmama rağmen… Her gece başkasının kollarında olmasına rağmen… Ben korkmuyorum ne onsuz gecelerden, ne de sevgisizlikten… Bir sevda var içimde umudum, yarınım, yaşama bağlayan pamuk ipliğim… Bir sevda var içimde sakladığım günahım…
AYTEN / Syf 146-147

27 Mayıs 2012 Pazar

BENİM SEVDAM...

                                                     


Su gibi berrak olmalı benim sevdam…

Gözyaşı ile beslenmeli… Acı ile parlamalı… Pas tutmamalı çeperleri…

Güne başlatan ilk secdede adı zikredilmeli… Tereddütsüz olmalı son nefeste de söyleneceğinden…

Her sözün içinde bir harfi geçmeli… Cihana değişmemeli umudunun bir zerresini… Yeşermiş yeni yetme fidan gibi tutunmalı, sağlam bir kök salmalı aşk denizinde… Manasını sadece yaratanın bildiği elif lam mim gibi sevgiliden bile saklı olmalı… Sır yumağına düğümler atmalı her bir tutamda…

Göklerde binlercesine kaldırmışken başını, tek olanı görmeli… Aşkın yıldızını takmalı ince bir zincirle boyuna… Züleyha’nın Yusuf’u gibi sabırla beklenmeli… Sarayı zindana çevirene bile kin tutmayacak kadar arınmış olmalı kötü düşünceden… Gün sayarken sahici mekâna, korku olmamalı mayın tarlasında seyre çıkmış gönlünde…

Geride bir satır daha fazla bırakmanın hesabı, sevgilinin gözlerine konacak bir anlık mutluluk uğruna yapılmalı… Değmeli yazılan yüzlerce mektuba… Ele, âleme rağmen çıkmayacağını bilmeli girdiği yürekten… Silinmeyeceğini bilmeli değdiği kaderden…

Yeri geldiğinde gönüllü köle olmalı hasretin efendisine, yeri geldiğinde bir kalkan, sevgiliye gelecek bir meltem esintisine… Ana gibi olmalı şefkatli ve bağışlayan, kadın gibi olmalı tutkulu ve kırılgan… Yılkı atı gibi hoyrat dolaşmalı hasret zamanlarında… Sayfalarda aramalı sevda kırıntılarını… Yılmadan, yıkılmadan sarılmalı anıların tozuna…

Aşk olmalı benim sevdam… Tek geceye sığmalı koca bir yaşam ve ömür adanmalı sadakatine… Tuvale değen her renk sevgilinin gözlerinden almalı ışıltısını, gece gibi zifiri yolda bir yıldız kaymalı beklenmedik zamanda ve parıltı dolmalı yeşile, sarıya, beyaza…

Sevmeye değer olmalı… Ölmeye değer olmalı… Boynu eğdiğin kılıcın sahibi adam gibi adam olmalı…

Çöle inen nur, gönle değen huzur…

SEN olmalı benim sevdam…

NALAN GÜVEN

25 Mayıs 2012 Cuma

KORKMA...


Araya virgüller koydum
Seni anlatmaya nokta koyamadığım için
Varlığının saadetinden korktum
Yokluğunu bekledim sana kavuşmak için
Beş para verdiler
Hayallerimi sattım
Çok zor bilmiyorsun!
Ama olsun
Korkma sana dokunacak değilim
Hele bu gün hiç
Korkma seni isteyecek değilim
Hele bu gün hiç

NALAN GÜVEN

21 Mayıs 2012 Pazartesi


AŞK’A DAİR / NALAN GÜVEN

http://edu-artdergisi.com/




RÜYALAR ÂLEMİNDE AŞK



Sadece bir düşten mi ibaretti gördüklerim?

Turkuaz yeşili denizi yararak içinden geçtik birlikte. Dönüşü olmadığını umursamayacak kadar emindik bu yolculuktan. Belki de bu yüzden korkutmuyordu bizi nereye gittiğimizi bilmemek… Rüzgâr değiyordu martıların kanatlarından yüzümüze… Gökyüzü avucumuzu değdirebileceğimiz kadar yakın, güneş yakmayacak kadar ılıktı… Sen bir şiir okuyordun adı, “Aşk” olan… Ben ağlıyordum mutluluktan… Yeryüzü ayaklarımızdan kayıp giderken sadece -biz- vardık bu âlemde…

Sonra ne mi oldu? Gözlerin kaldı geriye ve o bildik kendinden emin bakışların… Bir de rüyada bile sorgusuz ardından gelen ben…

Düşlerin içinden hakikatlerin geçtiğini söylerdi anneannem. Her gecenin sabahı uzun uzun anlatırdım ona, uykuda gezip gördüklerimi. ‘Sus!’ derdi sonra, ‘Sakın anlatma! Yoksa bir daha tekrar göremezsin aynı rüyayı.’

Ve büyüdüm ya da büyüdüğümü zannettim, kalabalıklar içinde bir başıma… Kimsenin bilmediği hayallerden, düşlerden bir dünya kurdum kendime. Belki biraz melankoli, biraz şizofren, biraz paranoyak… Ne yalnızlığımı söyledim, ne düşlerimi… Bir sen bildin… Söyleyemediğim birçoklarının içinden sadece bir kaçını öğrendin, gerisini ben bile unuttum…

Bir kelimeni sakladım içimde… Veda ettiğim bir günün sonunda, ta gözlerimin içine bakarak söylediğin tek bir sözü… Düşlerimin, hayallerimin kalbine alıp sakladım… Sustum… Bekledim… Dualar ettim…

Gün geldi ettiğim dualardan utandım… Sayısız kereler umudumu tükettim…

Gün geldi gelin tacı gibi bir bir açtı Lillium çiçeklerin, yeşerdi ağacın…

Gözlerinin ardındaki ışığı gördüm… Birer siyah elmas parıltısıyla aydınlattı yolumu.

Bütün aşk kitaplarını okudum… Tahir ile Zühre, Ferhat ile Şirin, Leyla ile Mecnun…

Ben Züleyha mıydım bilmiyorum ama sen Yusuf oldun…

Işığım oldun, yolum oldun, sabrım oldun…

Artık içime çektiğim her koku senin çiçeklerin… Karanlığın son bulduğu her ışık senin gözlerin… Sırları bir bir dökülen aynamda gördüğüm yüz senin… Bundan böyle söze gerek yok anlatmak için sendeki beni… Düşlerim gerçeğin ta kendisi…

Dokunmadığı halde avuçlarımın içine sinmişse kokusu teninin, gitmen ayrılık değil kavuşmak bundan böyle bana… Tıpkı mahşere bıraktığım gibi gelmeni, geceleri de beklerim aynı hasretle… Çünkü bilirim düşlerim varılacak son değil, seninle birlikte gerçeğe gidilen yoldur… Düşlerim başka bir âlemde seni bana kavuşturandır… Düşlerim yaşayamadığım aşktır…

Kaçımız uyandığında gördüğünün bir rüya olduğu gerçeği ile sarsılmış ve o âleme tekrar geri dönebilmek için gözlerini sımsıkı kapatmıştır? Belki de aşk düşlerde yaşanınca daha bir gerçek, daha bir yalansız olmuştur. Bilinçaltımızda kendimize dahi anlatamayacağımız hayallerimizi bize sunmuş, aşkın peşinden koşmuştur. Uyanılır mı hiç dersiniz böylesi bir düşten?

İnsanoğlunun eski çağlardan beri esrarını çözemediği rüyayı kitaplar kısaca, “Şuuraltı faaliyetlerinin uyku sırasında zihinde yarattığı hayallerdir,” tanımı ile yapsa da, “Rüyalar aynalara benzerler, bazen içlerinde başlarımıza gelecek şeyleri görürüz,” demiş Moliere.  Zihnin en savunmasız olduğu anlarda bilinçaltını kaplayarak gizli bir dünyanın film şeridi gibi gözümüzün önünden geçerek gizemlerin, sırların açığa çıktığı bu âlem her zaman merak konusu olmuş ancak görülen hayallerin gerçekle bağlantısının ve geleceğin habercisi olup olmadığının kesin açıklaması ne bilim adamları ne de din adamları tarafından yapılabilmiştir.

Oysa ki bizler her gördüğümüz düşün ardından rüya kitaplarına sarılıp gerçek dünyaya dönüştürebileceğimiz bir işaret aramaz mıyız? Ya da ruhumuzun derinliklerinde kendimizce anlamlar yüklemez miyiz bu zahiri hayallere?

Belki de aşk gerçek dünyada yaşanamayacak kadar bir hayaldir. Ve ancak rüyalarda yaşanır. İşte bu yüzden şarkılarda bile aynı şey söylenir, “Rüyalar Gerçek Olsa!”…

Rüyalardaki aşklar romanlarda, şiirlerde söze dökülür… Bir ömür gibi yaşanan, hâlbuki birkaç dakikaya sığdırılan bir sevda masalıdır düşümüz…

Ve her şeye rağmen aşk rüyada bile AŞK’ tır…

AŞK ile yol almanız dileğiyle.


DÜŞ

düşümde yığılıyor sessiz

öyle çok ki susmak yılgınlık

gel dedikçe gece gel

havadan ve sudan ve insandan ari düşünce

bir balık nasıl yaşar gökyüzüne

gök yüzün mavi değil anne yeşilin güzel

sesi duyamıyorum acın tam göbeğindeki

beyazın kırmızı lekesi


doğur beni demişlerdi bu lafı başkası

sen yine de öldürdüğün gibi doğur beni kursağından

öyle ki yaşamak telaşından kurtulsun acziyetim

var olduğuna sevili

kus beni, bırak dağılayım taş sokakları

bırak çırpınayım kanatlarımı sargılasın küçük bir çocuk

ellerini koymuş yanağına üzgün

al ışıklı saçların kar ışıklı saçların yorgun, çocuğum

keçê rabe li ser dilê mın birîndarım

keçê rû nede ben bir rüyayım*

taşlarına dokundum ve ahşap ve demir

ve tarih ve kapısı hayatın

ulu bir çınarın gölgesine saklandım

yağmurlar yürürken şehre

mihrimahın koynundayım.


NİHAT POLAT / Kırlangıç Düşleri



*Kız kalk yüreğimin üzerinden yaralıyım

kız yüz verme ben bir rüyayım

4 Mayıs 2012 Cuma

YİNE SENİ ÖZLEDİM...



Henüz birkaç dakika oluyor gittin gideli ve ben seni özledim…
Tütününün kokusu hapsolmuş arabada, boşalan yanımdaki koltuğun sıcağına dokunuyorum. Az önce bıraktığın elim gibi o da soğuyor yavaş yavaş ve ben yine seni özledim…
Veda etmeden önce söylemeye cesaret edemediklerim dökülüyor dudaklarımdan, ‘Kime gidersen git ama şimdi sarıl bana ne olur…’
Yetinmeyi öğrendiklerim, istemeye korktuklarım, vermeyi esirgediklerin ve ben seni yine özledim…
Sağ avucum sen kokuyor, radyoda bıraktığın kanalda hüzünlü bir aşk şarkısı, ‘Mecbur edemem, gönül rızanla sev beni…’  ve ben seni özledim…
Ağlatan bir şarkı, huzur veren bir nehir, korkutan bir yalnızlık gibi yüreğimdesin. Her ayrılışında bende kalan paçalarınla avunmayı öğrendim ama ben yine seni özledim…
Neden bu gün bu kadar buruk içim? Belki sebep gri denizin rengi… Kâğıttan bir gemi yapıp koysam… İçine bezden bebekler. Biri sen, biri ben olsam… Aşkı bilmeseler, ayrılık acı gelmese. Yüzlerinde hep bir gülücük… Ama ben seni yine özledim…
Yüreğim yorgun umutlar biriktirmekten şikâyet etmiyor. Sadece bir bilen sen ve ben ol istiyor, çünkü başkaları anlayamaz. Korkuyorum. Acelem belki de bundan. Zamanı boşa tüketmek, her geçen anın sona biraz daha yaklaştırdığını bilmek.
Ama ben yine seni özledim…

AYTEN - syf 107