21 Eylül 2012 Cuma

ŞİMDİ ÖYLE UZAK Kİ…


Hangimiz daha kimsesiz

Hüzne boğulmuş gecelerde

Sigaramın yalancı sıcağını çekip ciğerime

Buz kesmiş ayaklarıma kadar inmiş yalnızlık

Keşke anlatabilseydim sebebini

Nefessiz kalışlarımın

Ve sen konuştuğumuz dili hiç bilmeseydin

Gözlerin okumayı öğrenmeseydi

Köhne köşelerimin harflerini

Boşuna çabalamasaydın cevapsız bırakmaya

Gülünesi üç beş satırımı

 
Şimdi öyle uzak ki

Sen bile ulaşamazsın kelimelerime

İşte bu yüzden

Herkesin yalnızlığı kendine

Nalan Güven / SEVDANIN ADI BULUT

16 Eylül 2012 Pazar

"AŞK ÖLÜMDÜR" / "SEVDANIN ADI BULUT"


Bazen kolaydır yaşamak

Parmak uçlarında takvim yaprakları

Hep mutlu ol diye

Dilsiz Zühre’dir asılan geceye

 

Ve “AŞK ÖLÜMDÜR” / “SEVDANIN ADI BULUT” doğdu bir 16 Eylül günü…

nalan güven 16.09.2012
 
 
 
 

EDU&ART DERGİSİ / EYLÜL2012

http://issuu.com/gometra/docs/eduartseptember2012?mode=window&backgroundColor=%23222222


AŞK VE KADIN
 

AŞK YOLUNDA ZÜLEYHA OLMAK

 

Yüksek topuklu ayakkabıları, kırmızı ruju ile sadece görsel bir objeden ibaret değil elbet kadın bedeni. Yüreğindeki fırtınaları bastıracak kadar kuvvetli, gözyaşlarını gülümsemeye dönüştürecek kadar kabiliyetli. Bu becerilerini iftihar abidesi yapmayacak kadar da onurlu. Konuşurken tabu olan sözcükleri söyleyemeyecek kadar utangaç olmasına rağmen aşkı yaşarken haykıracak kadar cesur. Günaha boyun eğecek kadar itaatkâr ve yasağı delecek kadar gözü kara. Aslında bilse de aşkın bir oyun olduğunu ve sonunda kaybedenin hep âşık olacağını, vazgeçmek yerine mücadeleyi seçen, hileyi görüp görmezden gelen ve ölümüne tutkulu olmasına rağmen yeri geldiğinde son hamleyi yapmadan masadan kalkacak kadar da gururlu.

Peki ya kaç kadın Züleyha?

Belki de şimdiye değin okuduğumuz efsanelerin içinde Züleyha adı AŞK’la bir anılan ve çektiği acılara rağmen Hz. Yusuf’a duyduğu derin aşkı sebebi ile günümüzde dahi gıpta edilen tek kadın.  

Kolay değildir elbet Züleyha olmak. Ne Leyla olmaya benzer ne de Şirin. Mücadele etmektir Züleyha olmak. Bir kişiyi değil bir şehri karşına almak. Utanmamak, saklanmamak. Yeri geldiğinde zindanlara attıracak kadar kaybetmekten korkmak ve sonrasında aynalarda tanınmayacak surete dönüşene değin aşk ateşi ile yanmak. Gençliği güzelliği bir aşka harcamak. Mahşerin tadını yaşarken tatmak. Bir güzelliğe kapılıp gören gözü ondan başkasına kör kılmak, saraylardan vazgeçip karanlık, dipsiz bir kuyuya gönüllü atlamak, yasak elmayı ölüme inat ısırmak…

“Yusuf ben seni, sevmiş ve sevecek bütün kalplerin sırrına ortak olarak sevdim…” demiş Züleyha ve kâinata mâl etmiş bu sevdayı. Sonunda kavuşmuş kavuşmasına ama benliğinden çıkmış. Zira hoşnutmuş halinden. Çekilen her cefaya değmiş sevdiğinin aşkı ve Yaradana kavuşturmuş bu dünyevi aşk onu.

Peki ya kaç Yusuf var böylesi bir aşka lâyık? Göz görürken güzelliği, gönül arzu ederken sevilmeyi, “Allahım bana istememeyi, istemeyebilmeyi nasip et…” diye yakaran. Haramdan kaçıp kendini zindanlara attıran?

Ne her kadın için mahşerde kavuşmayı göze alıp Yusuf’u kalbinde taşımak kolaydır, ne de Züleyha’nın aşkını tertemiz koruyup, saklayacak bir yüreğe sahip olmak her erkek için.


Geldikçe o, bir yepyeni dünyâ görürüm...

Çevremde ışık söner de hâlâ görürüm...

Var hikmeti sık sık ona "Yûsuf' dememin,

Ben, kendimi düşlerde Zelîha görürüm.

(Arif Nihat Asya / "Zeliha", Rubaiyyat-ı Arif II, İstanbul 1976, s.53)


Kadın kalbinde aşk en saf, en dokunulmaz bir mevkidedir. Oraya yerleşmek zor olduğu kadar yer edinince çıkabilmek de bir o kadar zordur. Farkındadır elbet maşuku bu sahiplenilmenin ve her ne kadar da aldırmaz gözükse de içten içe böyle bir sevdanın onu sarıp sarmalamasından hoşnuttur elbet. Hz. Âdem’in sol kaburga kemiğinden yaratılmış olan Hz. Havva’nın soyuna dayanmaktadır kadının kalbindeki masumiyet, aşka boyun eğiş ve sadakat. Belki de bu yüzden içinde esen fırtınaları dindirmek için liman liman gezmek yerine inandığı aşkı uğruna parçalanmayı, un ufak olmayı göze alıp bekler açık denizde kurtulacağı anı. Bilir aşktır eninde sonunda kazanan. Sevdiğinin gözünde dolaşan hayali bile ödüldür çoğu zaman. Mesafeler önemsizdir gönül bağının olduğu yüreklerde. Kavuşmak geçici bu âlem için değildir, ahirete bırakılmış bir bekleyiştir artık.

 
Evet, hiç kolay değildir aşk yolunda Züleyha olmak. Her kadının harcı değildir imkânsız bir sevdayı alıp başına taç yapmak. Acısını zevk, hasretini umut edinmek. Gelip geçici şu fani dünyada nice aşklar çıksa da yoluna, acaba kaç kadına nasip olur Yusuf’un sevdası? Ve kaçı sarıp sarmalar böyle bir armağanı?

Aşk ile yol almanız dileğiyle.

 

Züleyha Olmak…


Mavi bir karanlıkta Züleyha olmak…

Aşkın gözlerine asmak sözleri

Kayboluştu yolların sonu

Parmakları soğuktu gecelerin

Şehir korkmuştu yalnızlığından

Bir gamzeye düştü yağmurlar

 
Dipsiz bir kuyuda Yusuf olmak…

Kaçmak zindanlara susmak sevgiyi

Hayaldi düşlerin sabahı

Aldatırdı yıldızları karanlıklar

Söner mi hiç güneşin alevi

Yağmur yüklü şimdi bulutlar

 
Nalan Güven / 2012

9 Eylül 2012 Pazar

ANA KÜLTÜR SANAT DERGİSİ - EYLÜL' de AŞK / EYLÜL 2012



Nalan GÜVEN

nalanguven@pkitap.com





EYLÜL’ de YAZILAN BİR AŞK MEKTUBU…

 
Bir tanem,

Bak işte yine Eylül geldi takvimlere. Tanışma mevsimimiz. Biliyorum hüzün bekliyorsun satırlarımda. Hasrete öfke, sensizliğe sitem ve hatta kadere küfür. Bense içimde kabullenişin çaresiz sükûnetini taşıyorum. Resimlerin özlemime bir nebze olsun ilaç oluyor. Hatıraların ise şifa, yaralı ruhuma. En çok da sesini özlüyorum. Balkona kurduğumuz rakı sofralarında söylediğin Kürdîlihicazkâr makamındaki şarkıların kulaklarımda çınlıyor.

 
Yıldızlı semalardaki haşmet ne güzel şey

Mehtâba dalıp yâr ile sohbet ne güzel şey

Dünyamızın üstünde bütün ruhlar uyurken

Dünyada senin âşıkın olmak ne saadet

Bir bitmeyecek aşk-u muhabbet ne güzel şey

Yıldızların altında ibâdet ne güzel şey (*)

 
Biz de hiç bitmeyecek sanmıştık yaşar iken bu aşkı. Mutluluk her zerresi ile ruhumuza nüfus etmişken, görülmeyen kanatlar takmıştık bedenlerimize. En köhne yerler saraya dönüşmüştü birlikte. Yol üstü seyyar bir köfteciden yediğimiz ekmek arası; dünyanın en leziz yemeği, soğuk bir kış gecesi başımı koyduğum dizlerin, en rahat döşek olmuştu bana. Savrukça harcarken bize bahşedilmiş saadet vakitlerini, hiç hesabını yapmadık bir gün gelip hasretle yanacağımızın.

Öğrendim ki zaman geçtikçe demleniyormuş sevdalar. Önceleri günleri, ayları sayarken yıllar geçince anlamsızlaşıyormuş gittiğin tarih. Hatta yokluğuna daha çok sevdalanmaya başladığımı fark ettiğimde dönmen için ettiğim dualara son verdim bilesin. Cemal’in teknesine gidip kadeh kaldırdım ayrılığa. Kumsalında sabahladım sarıldığımız sahilin. Karşı tepeden seyrettim sensiz İstanbul gecesini. Yıldızlar eşlik etti başı düşmüş yalnızlığıma. Kabullenmişken kimsesizliğin saran kollarını, başka kadınlar da girdi hayatıma. Belki senden güzelleri de vardı içlerinde. Hatta senden güzel şarkı söyleyenler de. Lâkin kalmadı isimleri hafızamda. Nejla, Pınar, Sema ya da her neyse.

Bak işte yine Eylül geldi takvimlere. Yağmurlar henüz başlamadı ama her nedense hüznü çöktü içime. Biraz da yaşlandım galiba. Ağrılar başladı önce dizlerimde hafiften de göğsümde. Dün ne yediğimi unutur oldum da bana kurduğun sofralar hâlâ hafızamda, pişirdiğin yemeklerin lezzeti de damağımda.

Düşündükçe geçmiş günleri yine aynı sızı var bu yorgun yürekte. Yokluğuna yazılmış mektuplar doldurdu çekmecemi. Kalpteki acı parmaklara varınca durdurulamaz oluyor kalemimin yazdıkları. Ama sakın kalkıp da geleyim deme. Ben yokluğuna sevdalı, ben gidişine aşık olmuşum. Hani şairin dediği gibi;

 
Ne hasta bekler sabahı,

Ne taze ölüyü mezar.

Ne de şeytan, bir günahı,

Seni beklediğim kadar.

 
Geçti istemem gelmeni,

Yokluğunda buldum seni;

Bırak vehmimde gölgeni,

Gelme, artık neye yarar?(**)

 
Var mısınız bu Eylül mazide kalmış bir sevgiliye mektup yazmaya? Kaleminizden dökülürken gizlide kalmış birkaç söz, belki de aşkın mahzun bakışını yeniden üzerinde hisseder hatıralar. AŞK ile yol almanız dileğiyle.

 
Sen Olmayı Öğrendim…

Zamanı durdurdum son gördüğüm yerde seni

Sevdamı gömdüm şehrinin kıyısına

Siyaha küstüm, gri artık gecelerim

Sanma ki unuttum ya da azaldı hasretin

Acıya metanet kazandım

Sensiz konuşmayı öğrendim

Ellerimi sevdim sana dokunduğu için

Gözlerimi sevdim sana baktığı için

Yüreğimi sevdim sevdanı taşıdığı için

Sensiz sen olmayı öğrendim…

Nalan Güven / ANA KÜLTÜR SANAT DERGİSİ / EYLÜL 2012

 

(*) Beste: Sâdi HOŞSES

     Güfte: Faik Ali OZANSOY

 

(**)Necip Fazıl KISAKÜREK

6 Eylül 2012 Perşembe

SEVDANIN ADI BULUT / Nalan Güven

Bir melek kanadında
Bir su damlasında
Bulut gibi başımın üstünde
Adını koydum kalbin aynasına


SEVDANIN ADI BULUT / Nalan Güven
P KİTAP

5 Eylül 2012 Çarşamba

AŞK ÖLÜMDÜR / NALAN GÜVEN


ÖZRÜ SEVMEKTİR SUÇUMUN... MESAFELERLE ÖLÇÜLEMEYECEK BİR SIRRI SEVMEK

AŞK ÖLÜMDÜR / Nalan Güven
P KİTAP