“Seni yazarken hep dağınık oluyor masam… Bir yanda resmin, öbür yanda
üst üste dizilmiş hatıralar… İçlerinden birini çeksem diğeri bakıyor gözlerimin
içine, “Ne zaman sıra bana gelecek, beni de yaz” der gibi…
Seni düşünürken hep bir tebessüm yüzümde… Tutulup kovaya atılan bir
balığın, suya geri bırakılması gibi beklenmedik bir mutluluk yayılıyor içime…
Günleri kelimelere sığdırma telaşıyla hızlı hızlı basıyorum klavyenin
tuşlarına… Yazmazsam unutuverecekmişim gibi geliyor, alnındaki hüzün
kırışıklıklarını, gülerken incelen dudaklarını, zamanın dokunduğu ince kemikli
parmaklarını…”
Devamını merak ediyorsun di mi? Yazmayacağım… Gir gözlerime kendin gör
kendini… Aç kalbimi bul sakladığım yerde seni…
Korkuyorsun bakmaya… Korkuyorsun dokunmaya…
Ateşi karşıdan seyretmek yanmaktan daha güzeldir sanıyorsun…
Yanılıyorsun…
Aşk uçup gidiyor avuçlarından…
Sen sadece uzaktan bakıyorsun…
Yaşayacağın acıları tayin etmeye çalışıyorsun… Bense seni unutmak adına
azalan acılarıma bile tahammül edemiyorum. Zaman ilaç olur da açtığın yaralar
iyileşir, söylediğin sözlerin etkisinin yerini özlem sarar korkusu ile
yazdıklarını açıp açıp okuyorum. Unutmaya çalıştığım sen, unutmaktan korktuğumsa
bana yaşatmaya çalıştığın acılar.
Eğer o acıları gün gelir de hissetmeyecek olursam sana yeniden
bağlanmaktan çekiniyorum. Üstelik bunları söyleyecek kadar da cesurum. Seni
ürküten de benim cesaretim. Kendinde bulamadığın cesareti acılarla örtüyorsun,
korkak olanın sen olduğunu bildiğim için en ağır sözlerini kurşun yapıp,
elindeki silahı tereddüt etmeden ateşliyorsun… Benimse silahım sabrım.
Diğer kaçanlar gibi, arkamı dönüp gideceğimden korkuyorsun belki… Veya
aldığım kurşunlara inat dimdik ayakta kaldığımı görmek daha çok kamçılıyor kadınlara
olan nefretini.
Saklanıp geçmişin hüznüne, üst üste çözemeyeceğini sandığın düğümler
atıp, tek yara alan senmişsin gibi hayata küsüp, inkâr ettiğin yaşanmışlara
sövüyorsun. Yol alırken ardında iz bırakmak adına geri dönüp geçtiğin yerleri
kazıyorsun ama derinlere inmeye cesaret edemeden, kazıdıklarını sahiplenmeden…
Çünkü sahiplenmek yürek ister, kararlılık ister, bedel ödemeye rıza
ister... İster arzu olsun, ister nefret, isterse gömdüğün geçmişin…
Sahiplenerek yaşamak lazım, önce kendini, sonra da -benim- dediklerini...
Görmekten vazgeçmek istemediklerini…
Kaçtığın geçmişin değil geleceğin. Attığın kurşunlara seçilen hedef
olsam da, ben acıdan korkmam biliyorsun. Aslında ben biraz senim, istediğin
kadar vur hiçbir yere gitmiyorum…
Sensizliğin hüznünü gecelere dağıtıyorum. İçimi sızlatıyor yokluğun.
İlk kez bir gidiş pişmanlık veriyor ve ilk kez korkuyorum yalnızlığımdan. Ben
seni unutmak istedikçe suskun bakışların, gözlerinin çağırışları gelip
yapışıyor duvarlara, perdelere, bardağımdaki suyun durgun saydamlığına.
Çırpınıyor sessizliğim, ürperiyorum gecenin soğuk kimsesizliği ile…
Ne olur gel… Sensiz yapamıyorum…(*)
AĞLAMAK (**)
Yastığıma sormak lâzım, ne söyler karanlıklar
Kim kazanmış harcanmış zamanın tamirini
Beklemek… Gelmeyecek zamanı
Suskunluklar dev olmuş zindanımda
Nafile yazılan mektuplar
Tek göz oda mutluluklar hayal
İçimde dinmeyen bir fırtına
Vebali kara gözlü bir sevdanın boynuna
İşte şimdi ağlamak lazım doyasıya
Kahpe dünyanın yalan mutluluğuna
Yarın gelmeden gitmiş dünü beraberinde götürerek
Yorgun eller tıpkı kaçırılmış hayat gibi
Küsmüş umut yazın kavruk sıcağına
Ve…
İşte şimdi ağlamak lazım doyasıya
(*) NALAN GÜVEN’in “AŞK ÖLÜMDÜR”
isimli romanından alınmıştır.
(**) NALAN GÜVEN’in “SEVDANIN ADI
BULUT” isimli şiir kitabından alınmıştır.