28 Ocak 2013 Pazartesi

Gel etme, eyleme can...


Bazen bir kelime bozar koca bir romanı

Bazen bir susuş yıkar yürekteki tapınağı

Gel etme, eyleme can

Nasıl bir oyundur bu

Can yakan… Acı katan

Bilirsin sana koşar adımlarım

Ne düne döner, ne yarından medet bekler

Gözdedir mührü imzanın

Ya sözler…

Bir kıvılcım yakar koca samanlığı

İçimde sığmayan bir can

Ağır mı ağır yükü sevdanın

Gel etme, eyleme can

Nasıl bir oyundur bu

Can yakan… Acı katan

Nalan Güven / Ocak 2013

13 Ocak 2013 Pazar

NEREDESİN?


Saydım haftalar oldu... Ellerine bıraktım artık zamanı… Ağlattılar, kırdılar senin olanı ve sen bilmiyorsun… Bir çerçevede saklı yağmurlu uzak şehrin anısı… Perdeleri örtük cümleler içinde sevda… Hani kollarında ırmakları öykülerin… Hani anlattığın hayaller… Yarınlar sormaz mı adama;
NEREDESİN?



Tanıdık kelimeler arıyorum yokluğunu paylaştığım mektuplarda.
On haftayı doldurmuş sensizliği kabullenmişim ama bir yanı eksik hayatın.
Geldiğini fark ettirmeden çoktan yaza bırakmış kendini bahar.
Bahçemdeki yeni tomurcuk vermiş meyve ağaçları gibi hazırda bekliyor kelimelerim.
Güneşin alnında susuzluğu konuşmak ıslatmıyor yüreğimi.
Sensizlik susturmuş, kavruk otlar gibi bir kıvılcımlık bekleyişte sabrım.
Yalnızlığımı bile doldurmuşken yokluğun, tek başıma kalamıyorum artık odamda.
Duvarlarımdan sızıyor bakışların, beni düşündüğünü hissediyorum o an.
Aklından geçtiğim bir zamanın diliminde seninle olduğumu biliyorum.
Yalnızlığına dokunuyorum parmak uçlarımla.
Biliyorum, o kadar kolay değil paylaşmak seninle kimsesizliği.
Sen yalnızlığın efendisi… Ben bir bekleyiş kapında…
Kendinde bulamadıklarını senin kimsesizliğinde arayan bir zavallı belki de.
Önemi kalmamış zamanın, kilitlerin, hatta günahların.
Her köşesinde bir başka kaçış var karanlıkların.
Kendinden kaçıyorsun fark etmeden.
Dönüp gelmeni bekliyorum, görmeni, duymanı…
Yalnızlığına katmanı özleyişlerimi…
Aldırmazlığın acıtmıyor diye avutuyorum kendimi.
Oysaki cevapsız mektuplarımın bir bir istiflendiğini biliyorum.
Ve biliyorum…
Adımın ince ince işlendiğini hayatının saklı bir köşesine…


Yine de soruyorum;
NEREDESİN?

11 Ocak 2013 Cuma

El...




Mecbursunuzdur köreltilen vicdanların hesabını sormaya… Tertemiz o ellerin suya sabuna ihtiyaç duyar hale gelene değin zamana hapsettiği görülmeyen kirlerini hangi çeşmelerde temizlemeyi düşünürsünüz? Öyle kolay değildir elbet… Aynalara bakmaktan korkmayın. Kırmızı mor gözükse de bir çaresi vardır affolunmanın.

Gerçeğin dili güzel olurmuş.
Duy sesimi ey Yaradan.
Senden iyi bilen var mı dilsiz sözümü?
Gör kulunu… Eli boş... Gönlü viran…

10 Ocak 2013 Perşembe

TEŞEKKÜRLER :)



Kızmışken insanlığa ve hatta yanı başında görülüp aslında çok uzağında olduğunun farkında dahi olmadığın yakın saydıklarına… Akşamın karanlığı çökmüşken düşüncelerine yani en umulmaz bir vakitte... Telefonun ucundaki kadar avucundadır umutların… Dostluğun sıcak eli yakar göz kapaklarını...  Anlarsın yanıldığını… Bitmez hayatın sürprizleri ve ne kadar, “Hayır…” desen de vardır hâlâ seni düşünen birileri… Üstüne yıkılan onca duvara rağmen sırtını dayamaktan korkmayacağın bir tuğla vardır elbet dost bahçesinde… Gülmeler ağlamalara karışır… Sözler dolanır teşekkür cümleleri içinde… Ufukta beliren hayaller bir gün gerçeğe dönüşmese dahi güç verir yalnızlığın yıkık omuzlarına… Belli ki öyle kolay değil kimsesizlik… Kardeş yerine koyabileceğin bir el var oldukça düşsen de öksüzlük acıtmaz dizlerini… İşte bu yüzden dünya yaşanası bir yer olmaya devam etmeli…

Teşekkürler hayatın gülen yüzleri… Teşekkürler J

9 Ocak 2013 Çarşamba

GÜVEN ÖLDÜ




En köhne yalnızlıkları solumuştu yürekler… Belki delice sevmişti ve hatta sevildiğini bilmeden isyankâr olmuştu kaderin yazgısına… Işıldayan sokaklarda yağmur birikintisine dönüşmüştü gözyaşları… Yüksek binaların kuytusunda kalmış bir sığınak aramıştı gizlenecek… Ya da sözünü saklayıp, sırrını gömecek bir mahzen…

Hani çocukluğun korkulu gecelerinin karabasanları büyüklere uğramazdı!  Hani el öptüğüm o edep bekçileri sormaz oldu hatırımı!
Tıpkı Nietzche’nin dediği gibi; uçuruma uzun süre bakmış olmalıyım ki, şimdi uçurumun da bana baktığını fark ediyorum.

Hey Hak… Kabul her aldığın, verdiğin nefes kadar… Bırakma tuttuğun eli… Ben fırtınasını da sevdim bulutunun...
Şimdi bir ölümlünün kitabıdır yazılanlar…
Anlayan anlar…

Sensin o melek




Gözlerim yanıyor hüzünden
Ah keşke söyleyebilseydi şarkılar
Ya da öyle bir söz yazılsaydı ki
Yaşarmayan kalp kalmasaydı acıdan
Sahi ben mi demiştim o lafı!
“Gözyaşı temizler mi yalanı?”
Yetimliğime ekledim yokluğunu
Gel de çöz şimdi bu düğümü

Boş ver
Sen yine de gülümse
Şarkılar da sözler de sana
Sensin bana gönderilen o melek…

6 Ocak 2013 Pazar

Seviyorum ben Ben'i....





Bilir misiniz insanın kendine yalan söylemeden yaşaması ne kadar da zordur?
Bir çıngıraklı yılanın başıymış gibi gülümserken yaşam, sahte bir oyunun içinde buluverirsiniz kendinizi. Ağlarken içinize sızan zehir, gülerken de farklı değildir. Azar azar işler teninizden hücrelerinize doğru.
Yalnızlıktan şikâyet edip, kaçarız korunduğumuzu sandığımız kendimize. Oysaki en büyük düşman beynimizi kemiren cümlelerimizdir. Söyleyemediklerimiz. Dilimizin ucuna gelip yutkunduklarımız. Tıpkı kahkahalar ardına gizlenip gülerken, içine doğru akan yaşların acıya dönüşmesine engel olduğumuz gibi engelleriz düşüncelerimizi de. Yasaktır konuşmak. Yasaktır doya doya ağlamak. Yasaktır bu dünyanın anasına avratına sövmek.
Sahte mutluluk elbisesi dar gelse de bedenlerimize, nefes almamak pahasına taşırız gülümseyerek. Nerde “Yeter be…” diye soyunacak cesaret…
Yalan elbet… Bay V nin maskesine gizlenmiş romanlar ve okuduğunuz kadar yalan yazılanlar… Duyduğunuz kadar yalan sevgi cümleleri… İnanmaya devam…
Seviyorum ben Ben'i……….

küsmek...




Küsersiniz bazen… Küsersiniz kendinize… Hatta söze ve kaleme…

Küstüren bilir mi sebebini? Beynini zonklatırcasına ele geçirmiş bir ağrı ile gecenin yarısı talan ettiğin düşüncelerinde onu aramanın ne anlamı vardır? Ne önemi vardır ne için, kim için küstüğünün hayata?
Bir avuç dolusu ilaç döküp eline, diğerlerini başka zamana saklayarak içinden bir tane yutarsın, tüm derdine o küçücük pembe draje derman olacakmış gibi…
Boşluğa takılan gözlerde silinmiştir düşler… Oysa tek onlardı tutunduğun bu yalanlar içinde… Tek gerçek… Gözünü kapattığında sığındığın bir sevgili… Kollarında ağladığın, kulağına fısıldadığın ve doyasıya öptüğün dudaklarından aşkın…
Kelimeler oyununa son vermiştir… Sessizce çekilmiştir kuytu bir köşeye… Zamanı gelmiştir sözü sahibine vermenin… Sahi, kimdi söz sahibi? Söyleyen mi, söyleten mi?  

Gözyaşı temizler mi yalanların kirini?
Akıl oyunu olmalı tüm bu kovalamaca… Belki “Deliler Ülkesinden Notlar” kadar gerçekçi… Kimdi bu kitabın yazarı? Yazın son ayı, bir öğleden sonrası kapıyı vurmadan içeri giren sıcağı geri çevirmeyen Sonbahar mı?
Ateşe yalınayak basmaktan farksız olmalı hayallerde dolaşmak… Sessiz harflerden cümleler kurmak… Yaşamın tam içinde olup, bir o kadar da uzaktan bakmak…
Dedim ya akıllı işi değil… Küsmek kendine… Küsmek… Delilik olmalı…