20 Ocak 2014 Pazartesi

Küçüktüm büyüdüm…


Bundan sonra yazacağım her cümle yalnız senin için… Gerçeğimi sakladım satır aralarına… Sırrım sende, özüm saklı içinde…
Ne çok yalnızlıklar yaşadık birlikte, ne ayrılıklar, ne terk edilişler… Birkaç doğru ve bir dolu yanlışlar…
Affettim seni… Affettim seni her üzeni…
Sana hiç, ‘Seni seviyorum…’ demedim… Herkes gibi kendimi sevdiğimi bilmeyenlerdendim… Biliyorum geç kalmadım… Ve biliyorum, ilk mektup için de çok geç kalmış değilim… Yazmak için öyle çok anı topladım ki… Ama artık yazmak istediklerim onlar değil… Onlar bugüne getirenler oldu… Ve geçmişteki yerlerini aldılar…
Bundan sonra mor perdenin arkasındakileri anlatacağım sana… Aslında görmek istediğin ama görmekten korktuklarını… Susup söyleyemediklerin gibi bakıp göremediklerini sereceğim önüne…
Gönlümün kapılarını sana açtım sonuna dek…
Geceyi bekledim aydınlığı görmek için…
Sonsuzda aldığım yol bir karış bile etmez…
Ama içim rahat,  yolumu aydınlatan öyle bir yıldız var ki…

Senden başka kimse bilmez…
NALAN GÜVEN / AYTEN

3 Ocak 2014 Cuma

Bitti mi yani şimdi?
Gittin mi sen bilmediğim bir uzağa?
Hayatının hep bir yerlerinde olacaktım hani?


Ne korkunç bir rüyaydı… Duyduğum çığlık bana mı aitti? Ter içinde uyandım. Bulut’un, “Özlemiyorum!” diyen sesi duvarlara çarpıyordu. Annemin sözü geldi aklıma, beni rahatlatmak istercesine, “Rüyaların tersi çıkar…” diyordu.
Ya gerçekten beni unuttuysa ve artık özlemiyorsa... Tüm yaşadıklarımız onun kurgusunu yaptığı bir senaryodan ibaret olup, sonu da onun yazdığı gibi noktalandıysa… Böyle mi yaşanıyordu ayrılıklar?

Ve sen bilmiyorsun kızıl bir alev kaplıyor içimi…
Olması gerektiği gibi oluyor sana göre… Bitmesi gerektiği gibi bitiyor bir çırpıda…
‘Özlemiyorum!’ diyebildiğin gibi, anlamsız birer anıya dönüşmüş yıllarımız… Üzerinden geçen binlerce yabancı adımla silinmiş birlikte yürüdüğümüz yollar… Sigaranı paylaşmıyor, başımı omzuna dayayamıyorum ne zamandır… Artık ölçülebilir bir uzaklığa dönüşmüş fısıltıyla konuşabilecek kadar yakın mesafeler… Gri bulutlar çökmüş koca şehrin kubbesine, ha yağdı ha yağacak yalnızlığımın yağmurları ve sürüklenecek takvimin koparılmış sayfaları arasına sıkışmış ümit kırıntılarım…
Bu muydu olması gereken?  Oyunun sonunu sen miydin yazan?
Artık okunmaz oldu geleceği olmayan replikler… Yüzümüze gözümüze bulaştı hayal maskesinin sahte boyası… Ve bu kadar yalan mıydı yazılanlar… Siyah gözler… Şiirler…
Bilmez misin kızdırınca demiri kor haline gelir, yanmaz alev alev ama kıpkırmızıdır. Ya sıçradıysa bir kor zerresi yüreğine… Küçük bir oyun uğruna sönmeyecek bir ateşi yakarken, hiç ihtimal verdin mi elinin de yanacağına? Ya da seneler sonra pişmanlık ateşinin yüreğini dağlayacağına…
Ama ne önemi var… Olması gerektiği gibi oluyor her şey sana göre…

AŞK ÖLÜMDÜR / Syf 239

ADAM GİBİ ADAM LAZIM !


Korkaklarla yok bizim işimiz
Kocaman cesur yürekler lazım
Göğüslerinde iman, damarlarında aşk
Karalamayan, yaralamayan dost lazım
Palavradan söyleve tok karnımız
Sözünün eri adam gibi adam lazım
Yalandan ağarmamışsa saçı
Mertse bastığı vatan toprağı kadar adımı
Suale gerek yok, yeri daim hazır
Ana gibi, can gibi, bayrak gibi
Varsa böyle yâr, baş üstünde taşımak lazım

NALAN GÜVEN 

DELİLİK SINIRLARINDA AKIL ARARKEN...



Ayrıcalık mıdır akıl sağlığı yerinde bir insan olmak?  Sokaklar akıllıyım diye geçinen ruh hastaları ile doluyken, aklın oyunlarına ayak uydurmak pahasına bataklığın balçığında debelenmek veya dere kenarındaki yosun tutmuş bir kaya parçasının üzerine tünemiş gibi bu dünyayı uzaktan izlemek… İçinde olmak istemediğimiz bir düzenin çarkını çevirmeye zorlanmak…
Belki de delilik sınırlarında dolaşırken, yerimizi devredeceğimiz evlatlarımıza verdiğimiz öğütlerin ardına saklanacak kadar akıllıyız her birimiz. Ya da inanmadığımız, inanmış gibi yaptığımız veyahut inanmak zorunda bırakıldığımız toplum baskılarının gönüllü elçileriyiz. Düşünmeye zaman ayırmadan, düşünmekten korkarak gündelik yaşamı harcayan, keşkeleri çoğaldıkça mutsuzlaşan bireyleriz. Akıl hastanelerini dolduranları, “deli” kelimesinin içine hapsettiğimiz küçümseme, alay, dışlama, acıma ve daha birçok benzeri sözcükle üstü kapalı yargılarken, aslında çok bizden olan ama bizde olmadığını varsaydığımız kişilik bozukluklarını yok sayarız.
Oysa ki; ölümün varlığından nefes almak kadar emin olup, her nefes alışla ölüme bir adım yaklaşıldığını umursamayacak veya yokmuş gibi var sayacak kadar hayatın gerçeğidir bu. Belki de ölümle yüzleşmek kadar korkutucu bir gerçek olduğu için bir kaçıştır. Her gün yapay bir köprünün üzerinde yarınımıza geçiş yaparken o köprünün bir gün kırılacağını düşünmeden aklımıza güvenir, bize uymayan fikir ve davranışları yargılarız. Yarının bizler için ne sürprizler hazırladığını bilmeden…
Delilik sınırlarında akıl ararken; gün gelip yeşil parmaklıklı bir binanın ardından dünyaya bakacağımızı tasavvur dahi etmeden, gözü açık gerçek dışı bir rüyanın esareti içinde yaşar gideriz…