27 Eylül 2014 Cumartesi
Ve Eylül biter...
Mavi düşlerin yorgunluğunda
sarıya çalan hazin bir yaprak gibi takvimlerden düşer solgun günler... Dilde
yarım yamalak şiirler dolanır tıpkı sevgilinin bıraktığı öpüşler gibi...
Yüklüklerden çıkartılırken kalın yorganlar, geçmişte kalan gelir oturur aklın
odalarına... İşte o zaman olması gerektiğinden daha çok üşütür sonbahar
geceleri... Yalnızlık da eklendi mi üzerine, vaktinden önce gelir dayanır kış
kapıya... Eylül biter bitmesine ama bir türlü bırakmaz yakanızı hüzün
mevsimi...
Nalan Güven
22 Eylül 2014 Pazartesi
ANA KÜLTÜR SANAT DERGİSİ / EYLÜL-EKİM 2014
EY ÂDEMOĞLU SEN AŞKI YANLIŞ ANLADIN!
Sıcak bir yazın ardından tüm
okurlarımıza merhabalar;
Bana ayrılan bu satırlarda "Aşk’a
Dair" başlığı altında birçok kez aşkın çeşitli hallerini yazdım. Oysa
şimdi dergimizin sonbaharın ilk sayısında beni derinden yaralayan bir konuyu
paylaşacağım; sizlere kendini bu dünyanın “asıl sahibi” sanan insanları
anlatacağım.
Maalesef bu yaz gün geçmedi ki
zulme uğramış zavallı bir hayvanın haberini duymayalım… Gözünü kırpmadan kedi
ve köpeklere işkence edip, hunharca öldürenlerin videolarını sosyal paylaşım
sitelerinde dehşetle izledik. Hatta izleyemedik, gözümüz / gönlümüz el vermedi
sonunu getirmeye. Kendimizi sorguladık, kimi zaman insanlığımızdan şüphe ettik.
“Kapınızın önüne bir kap su…” sloganı ile sıcaklarda susuz kalan hayvanlar için
yardım çağrıları yapanların yanı sıra, konan su kaplarının içini sigara
izmaritleri ile dolduran ahlak düşkünlerine şahit olduk. “Dünya bu kadar
korkunç olamaz…” diye haykırdık utanç içinde.
Neydi bizleri bu hale getiren?
Kendimizi dünyanın sahibi sanırken, bizim de bir sahibimiz olduğunu unutturan?
Hâlbuki insanlık var olmadan önce hayvanlar yeryüzünün asıl sahipleriydi.
Bizler onların ev sahipliği yaptığı bu gezegene yerleştikten sonra her şeye el
koyduğumuz gibi hayvanları da köleleştirmeye çalıştık.
Yıllar önce yazdığım, adı;
“Farelerin Sığınma Hakkı” olan bir hikâyem vardı. “Kendinizi bir fare olarak
hiç düşündünüz mü?” diye başlıyordu ilk cümlesi. Evet, şimdi yeniden soruyorum;
ey insanoğlu kendinizi bir hayvanın yerine koymayı hiç düşündünüz mü?
Mevcudiyetimizin sebebi aşkken ve
bizler insan olmanın ayrıcalığını bize bahşedilmiş bu yüce duygu ile zirveye
taşırken, aşk sadece birbirimizi değil tüm canlıları sevmek için bir semboldür.
İnsanoğlu bu yüce duyguyu anlatabilmek için edebiyat, musiki, resim, film ve
saymakla bitiremeyeceğimiz daha birçok sanat dallarından istifade ederken,
aslında kendinin en saf halini de sergiler.
Ve ne tuhaftır ki böylesi güzel
duyguları yaşarken başka bir tarafta da insanoğlunun ne kadar zalim olduğunu
görürüz ve de yavaş yavaş insanlığından nasıl uzaklaştığına hayret ederiz. Aşk
nerede diye sorarız?
Hani bir süre baktıktan sonra
karanlığa alışır ya gözlerimiz, onun gibi bir şeydir işte; insanoğlunun
yaşadığı dünyadaki pislikleri görmezden gelişi… Aşkı sadece karşı cinsinde
arayışı ve de aldanışı…
Üçüncü sayfa haberlerine yüz
çevirirken orada ismi yazan kişi olabilme ihtimalini düşünmeyecek kadar
kendinden emin, cüzdanının şişkin olması ile avunup, yüreğinin boş olmasına
akıl erdiremeyecek kadar varlığının acziyeti içinde ve de yeryüzündeki
canlıların arasında kendini en üstün varlık sanışı… Hep bu yüzden işte… “Asıl sahip” olmanın aldanışı… Birçoğumuzun
içini sızlatan insanlık dışı davranışlar karşısında aşkı yeniden sorgulamamız
gerekir bence… Ve diyorum ki ;
Ey Âdemoğlu; sen aşkı yanlış
anladın… Yüreğine dön bak… Asıl sahibi bulacaksın…
Aşk ile yol almanız dileğiyle.
NALAN GÜVEN
AŞKTA CESARET ERDEM MİDİR?
Cesaretin marifet
olduğunu sanırız. Oysa biliriz ki; cesaret beraberinde korkuyu, acıyı,
kaybetmeyi de getirir.
Bize hep cesur olmanın bir erdem olduğu öğretilmiştir.
Sonu meçhul bir yolda ilerlemek, ödenecek bellere rağmen peşinen yenilgiyi göze
almak her babayiğidin harcı değildir elbet... Ancak söz konusu aşksa bu bir
kumardır.
Cesur kanımız bize, "Haydi ne duruyorsun!" diye haykırsa
bile sorarım size; kumar oynamanın neresi erdemdir?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)