30 Ekim 2014 Perşembe

Yıldızlar Ateş Böceği Sanılmaktan Korkmazlar - TAGORE

Her birimiz içimizde patlamaya hazır bir bomba taşırız ve ürkeriz adım atmaktan. Suya düşen tek damlanın etrafında hareler açarak koca bir okyanusu nasıl dalgalandırdığını düşünür, dokunmaya cesaret edemeyiz yüreğimizdeki deryaya...
Mesela, sevdiğimizi söylemekten korkarız; ya yanlış anlaşılırsak endişesi ile... Parmak kaldıramayız hayata; ben buradayım diye haykırsa da iç sesimiz. Sövmek de ayıptır, sevmek de... İhanete ağlamak isteriz; yutkunuruz... Bazen olmadık bir şeye çocuklar gibi pervasız gülmek isteriz; kahkahamız boğazımızda söner... Yara alırız her yola çıkışımızda, darbeler incitir adımlarımızı... Yürümek dahi zor gelirken, oysa koşmaktır asıl istediğimiz...
Saklanırız... Susarız... Korkarız... Bin bir maske takarız yüzümüze... Kendi yıldızımızdan habersiz, perdeler çekilmiş dünyamızda kısarak gözlerimizi yaşar gideriz...

Ne olur Ateş Böceği sansalar bizi!
Yaratılan her can ayrı bir ışık değil mi? Parıldamak varken sönmek niye? 
Bilmeliyiz ki ;

Ateş Böceği olmak bir ayrıcalıktır... 



28 Ekim 2014 Salı

Alın Teri Nedir?





Vicdanın sesi siler ter damlalarını, aynadaki yorgun yüze tebessüm ederken göz bebekleri... Peki nedir şu Alın Teri dedikleri?

Parayı helal kazanmaktır. İşini doğru düzgün yapmak, evine götürdüğün ekmeğin her kuruşunun ardında dimdik durmaktır. Çocuklarının başını tertemiz ellerle okşamak, geceleri huzurla uykuya dalmaktır. Öyle kolay değildir elbet ama zannedildiği kadar da zor değil...

Alın teri kokan kocaman yürekli eller dokunmaya devam ettikçe yaşamın içine, daha zaman var demektir... Batsın bu dünya diye şarkılar söylesek de kolay yıkılmaz bu dünya... Alın teri yeşertir toprakları...

17 Ekim 2014 Cuma

KEŞKELER...

En köhne yalnızlıkları soludu yürekler… Delice sevdi ve hatta sevildiğini bilmeden isyankâr oldu kaderin yazgısına… Işıldayan sokaklarda yağmur birikintisine dönüştü gözyaşları… Yüksek binaların kuytusunda kalmış bir sığınak aradı… Ya da sözünü saklayıp, sırrını gömecek bir mahzen…
Oysa gizlenemezdi hiç bir acı...

Hani çocukluğun korkulu gecelerinin karabasanları büyüklere uğramazdı!
Hani el öptüğüm o edep bekçileri sormaz oldu hatırımı!
Tıpkı Nietzche’nin dediği gibi; uçuruma uzun süre bakmış olmalıyım ki, şimdi uçurumun da bana baktığını fark ediyorum.
Hey Hak… Kabul her aldığın, verdiğin nefes kadar… Bırakma tuttuğun eli… Ben fırtınasını da sevdim bulutunun...
Şimdi bir ölümlünün kitabıdır yazılanlar…
Ah keşkeler… Keşkeler…

Anlayan anlar…




ERKEK SEVERSE / Aşk Kaybetmektir Aslında!

“Dağınık bir yatağın şehvet sigarasıdır dokunamadığım tenin şimdi… Bedeninin değdiği yerlere el sürmeye kıyamazken, sen aramıza giren ölümden daha beter bir yalnızlık içine terk ettin beni. Geride bıraktığın mektuplarla dağlıyorum yaralarımı. “Şimdi vur başını!” der gibi,  ikinci mevki localarda seyre daldığım gençliğim sırıtıyor duvarlardan. Kokun sinmiş olmalı ve soluduğun nefes, perdelere. Belki de hâlâ başucumdaki lambanın düğmesinde parmak izin var. Bakışlarının değdiği aynada kendime bakıyorum. Tanınmaz halimi tanıyabilecek kadar geçmemişim kendimden. Suratıma tüküresim geliyor… Kendimi dövesim…”