7 Haziran 2015 Pazar

Bazen...




Bazen anlamazsın hayatı!
Hayal dünyasındadır düşlerin...  Öyle hayaller kurarsın ki nedeni, niçini biter sözlerin...
Anlatamazsın anlamak istemeyene... Çünkü onun da kendi anlamları, anlamlandırdıkları vardır...
Bilmez; gerçeğin kırılgandır gözleri... Ufak bir dokunuş yeterken, bir bakarsın kocaman mesafeler girmiş araya... Ve o mesafe ki; olmaz hayallere gebedir çoğu zaman...
Gülümserken perde çekersin çiziklere; aynalar saklar sırları...
Boğazına oturmuş bir yumru ile arkana bakmadan usulca gidersin...

Bazen anlamazsın.... Bazen anlatamazsın işte...

4 Haziran 2015 Perşembe

BİR BİLSENİZ NASIL SEVİYORUM SİZİ...




Seviyorum sizi
Baharda açan papatyanın nezaketi ile
Savruk bir gecenin mahcup karanlığı ile
Suskun ve derinden
Biraz masum… Biraz çocukça
Bazen bir masalın kuytusunda
Kimi zaman ürkek
Kimi zaman utanırcasına
“Nasılsınız?” diye sorarken

Bir bilseniz nasıl seviyorum ben sizi…

2 Haziran 2015 Salı

“Baba” diye seslenmeyeli ne çok oldu… İşte bu yüzden sevmiyorum Haziran ayını / EDEBİYATİST DERGİSİ- 7. Sayı



Omzunda hüngür hüngür ağlayabilseydim keşke… Sana anlatabilseydim sensiz geçen onca günü, geceyi… Hesabını sorabilseydim, yüzüne, sesine hasret yıllarımın… Beni sensiz kalmaya mahkûm ettiğin o günden beri, hayatın tüm kapıları kilit kilit üstünde… Hiç de uğraşmıyorum açmak için… Hafifçe aralanacak olsa ben kapatıyorum açılan kapıları…
Hani beni kollarının arasına alıp sımsıkı sarıldığın o resmimiz var ya! O resim aynanın bir kenarında… Çok dayanılmaz oldu mu hasretin, kapatıyorum gözlerimi, giriveriyorum resmin içine… Kolların sarıyor beni. Sıcağını hissediyorum. Kulağıma şarkılar mırıldanıp, hatta içinden beni sevdiğini bile söylüyorsun…
Sen de özlüyorsun beni biliyorum… Gittiğin yerlerde, genç bir kız gördüğün zaman dönüp başını bakıyorsun… Dudaklarında buruk bir tebessüm, ‘Büyüdü mü şimdi bu kadar?’ diye kendi kendine soruyorsun…
Arada birkaç mektubun geliyor… Hepsini defalarca okuyup başucumdaki çekmecede saklıyorum… Uyumadan evvel her gece, bir daha bir daha okuyorum… Her bir mektubunda, uzun uzun nasihatler edip, ‘Hayat mücadele etmektir, dayanmalısın!’ diyorsun. Hiç bir mektubun neden beni bu mücadelede tek başıma bıraktığını anlatmıyor… Ve hiçbir sorunun cevabı açıklamıyor, bu hayat neden sensiz baba?


Yıllar oluyor sana bu mektubu yazalı... Özlemin daha da büyüdü içimde. Artık dönemeyeceğin kadar uzaktasın biliyorum... Biliyorum ama telefon rehberimde numaran kayıtlı duruyor, silemiyorum bir türlü. Sanki arasam, "Alo" diyen sesini duyacağım, sanki hep bir adım gerimdeymişsin, sanki adımlarımı gözlermişsin gibi...
Çocukken ağladığım zamanlarda hep, "Baba" diye ağlardım. Büyüdüm büyümesine fakat hâlâ senin çocuğunum. Ağlamıyorum eskisi gibi ama bazı zamanlar yine içimden sana "Baba" diye sesleniyorum, duyuyor musun?
"İnşallah" demiştin o son telefon konuşmamızda, "İnşallah birlikte daha çok görecek günlerimiz var..." Ben senin o ümidinde kaldım. Severek yaşadığın bu dünyadan istemeden gidişinde takıldım... Bana öğrettiğin neşeli hayat şarkılarının içinde arar dururum nicedir seni... Çaldığın piyanonun tuşlarında parmaklarının izi görür, kulağımda sesini duyarım; "Sevemez kimse seni benim sevdiğim kadar..."
O şarkının sözleri gibi sen de her gün beni düşünür, her gün beni anar mısın?
Özledim baba... Karşına alıp öğüt vermelerini, gençlik anılarını dinlemeyi ve sen anlatırken ben yanında bir nokta kadar küçülmeyi... Özledim daha bir çok şeyi... Senden kalan ve yaşamak için ötelere bıraktığımız o geleceği...
Bir babalar gününde sana aldığım o çerçevede resmimiz olsun istemiştim. Belki de gerek yoktu, sen daha iyi bilirdin. Bak yine babalar günü geldi. Bu yıl da diğer yıllarda olduğu gibi sana hediye seçeceğim ve kıskanacağım babası olan çocukları.  
"Baba" diye seslenmeyeli ne çok oldu... İşte bu yüzden sevmiyorum Haziran ayını.



http://edebiyatist.com/2015/06/iste-bu-yuzden-seviyorum-haziran-ayini-nalan-guven/






7 Mart 2015 Cumartesi

KADININ ADI HÂLÂ YOK!






Yıl 1987, bir kadın çıkıyor ve haykırıyor; "Kadının Adı Yok!". Onlarca baskı yapıyor, "Kadının Adı Yok". Hakkında sayısız övgüler ve bir o kadar da eleştiri alıyor bu kitap. Kimi yazarını kadın hakları savunucusu kimi ise feminist diye anıyor. Onun ise tek aradığı gerçek var; kadının adı.
"Kadının Adı Yok" çünkü adı önemli değil ama Duygu Asena kadının adını istiyor. Bir kız çocuğu, bir eş, bir anne, bir sevgili ve en önemlisi o bir insan. O bir kadın ve değeri kadar büyük bir adı olmalı.  Oysa ki, 21.yy ın Türkiye'sinde hâlâ arayış sürüyor; adının olmadığı bir ülkede adını aramaya çalışan kadının yeri nerede, kadın kim, kadın... kadın...
İzlediğim bir tv haberinde bir anne anlatıyor;
"Kızımın çantasına bayıltıcı sprey koydum. Her dışarı çıkışında tembihliyorum; erkeklerden kendini koru, taciz eden, asılan, rahatsız eden olursa hiç düşünme sık bunu yüzüne doğru..." diye.
Dehşetle, üzüntüyle, öfkeyle dinliyorum kadını... O bir anne ve aslında yasa gereği taşıması ve kullanması bir bıçak veya silah kadar yasak olan bu spreyi kızına verebiliyor. Çünkü korkuyor evladının başına gelebileceklerden...
Korkuyoruz bir kadın olarak gece dışarıda bulunmaktan, tek başına sokakta yürümekten, yalnız taksiye, minibüse binmekten, tanımadığımız birine adres sormaktan... Üstelik korkularımız bu kadar da değil, an acısı da; maruz kaldığımız tacizleri söylemekten korkuyoruz. Çünkü biliyoruz; mağdurken suçlanabileceğimizi... Yüreğimizde büyüyen öfkeyi kadın olduğumuz için sindirmeye, kadın olduğumuz için susturmaya çalışıyoruz. Ve hâlâ aramaya devam ediyoruz adımızı...

NALAN GÜVEN 

14 Şubat 2015 Cumartesi

SEN OLDUM...





ÖYLE SEVMEK Kİ BU BENİ SEN EYLEYEN
ÖMRÜNE ÖMRÜMÜ
YOLUNA GÖNLÜMÜ
KALEMİME ADINI
VERDİĞİM







* Kim O, deme boşuna,
Benim, ben ...
Öyle bir Ben ki gelen kapına

Baştan başa SEN ...


*Özdemir Asaf 

8 Şubat 2015 Pazar

ANA KÜLTÜR SANAT DERGİSİ / Ocak-Şubat 2015

Eski zamanlarda yüz elli yıl yaşamış olan bir adam varmış. Adı Zaruhan. Artık ölüm döşeğinde iken Zaruhan’a sormuşlar, ‘Bunca yıl yaşadın. Neler gördün?’ diye. ‘Dünya iki kapılı bir han,’ demiş. ‘Birinden girdim, diğerinden çıktım’.
Anneannem anlatırdı bu hikâyeyi. Şimdilerde düşünüyorum da gerçekten yıllar öyle çabuk geçiyor ki. Hatta zaman hızlandı diyenler dahi var. Henüz 2014'ün varlığına yeni yeni alışmaya başlarken yılın sonuna erdiğimizi bilmek, zamanın tutamadığımız elinden koşup gitmek ve bir türlü yakalayamamak...
Elbette tatlı anlarla harcanmış günlerin hatırası o yılı geçmiş dahi olsa her dem hafızalarımızda taze tutarak, gelecek yıllarda da yaşanır olmasını sağlar. İşte bu yüzden elimizden geldiğince; güzellikleri, sevinci, sevgiyi ve sevdiklerimizle yaşanmış anıları heybemize katmalı ve geçmişi mutlulukla yad etmeliyiz.
Hep ertelediğimiz hayallerimize sımsıkı sarılıp, gerçeğe dönüştürmek için en güzel zaman içinde olduğumuz zamandır. Hayat bir hediye aslında. Ancak çoğu zaman bunun farkına varamadan, bize sunulanları değil hep erişilemeyeni arzular ve kendimize bir hüzün payı çıkarırız yaşamdan. Aza kanaat etmeden, ister dururuz arsızca... Yetinmeyi bilmek mutluluğa açılan kapı olmalıdır lakin bir de bunu anlayabilsek!
Hani Sezen'in o çok bildik şarkısı vardır;

Yetinmeyi bilir misin,
Sana verdiği kadarıyla hayatın?
Hoş, bilsen de bilmesen de
Yara bere içinde bu yollardan geçeceksin...

Tıpkı yazarın dediği gibi; Hayat bazen beklediklerini değil birden bire karşına çıkıvereni verir sana. Baştan şaşırsan da, bu lütfun sebebini sorgulasan da asıl yapman gereken ona sahip çıkıp mutlu olmaktır.
Yaşam en bitti dediğin anda; yeniden başlayan umuttur... Bir daha mı asla derken; yine, yeni, yeniden aşktır... Ve artık kurmaktan vazgeçtiğin hayalinin hiç beklenmedik bir anda olmasıdır...  Dilerim tüm hayalleriniz, ümitleriniz gerçeğe dönüşür... Sevgi, saygı ve barış içinde huzur dolu, mutlu ve güzel bir yıl olsun 2015... Hep birlikte...

Aşk ile yol almanız dileğiyle.


MUTLULUK ŞİİRİ

Bugün mutlu olmayı seçtim
Çayıma şeker ekledim kahveme süt
Geceden güzel bir şiir okudum
Belki bir mesaj aldım umuda
Rüyada çocukluğuma dokundum
Hatta gülümsedim kaş çatana
Papatya hep “seviyor” diyecek
Kış güneşi üşütmeyecek
Bugün mutlu olmayı seçtim
Belki yarın da…

NALAN GÜVEN

3 Şubat 2015 Salı

CARPE DIEM!


Hâlâ üşüyor kalbim... Oysa sıcacıktı elleri sevgilinin... Bir hayali yaşarken gözlerime bakıp, "Aşk değil bu!" diyordu... Ve ekliyordu fısıldayarak, "Carpe diem!"

Koca ömür feda edilmez mi bir an için? Gözleri görebilseydi içimin gözyaşlarını, dili varır mıydı kara cümleler etmeye aydınlığıma... Bir kayanın altında kaldı, havalanmaya hazırlanan umudun kanatları... Sığındı sükuta kelimeler...  Gülümsediğimiz hilâl, başını çevirdi karanlığa...İçime çektiğim soluğu kaldı dudaklarımda... Utandı duvarlar...

Ateş sadece düştüğü yeri yakmıyormuş... Evim yanıyor, şehir yanıyor, cihan yanıyor, kıpkızıl bulutlar... Kitaplar da yalanmış, avutmuyor hikâyeler... Hani kulağıma söylediğin ninniler...

Şimdi fısıldıyor; "Carpe diem!"

EDEBİYATİST DERGİSİ - Şubat 2015

http://edebiyatist.com/2015/02/edebiyatimizda-ask-nalan-guven/

EDEBİYATIMIZDA AŞK


Aşk ile yaratılmış evren ve insanın yaradılışının özü aşk. Bu öze ulaşmak için ne çok yazılar, eserler bırakılmış geçmişten günümüze…
Ne var ki, o kadar da kolay değil elbet aşkı bulmak. Sıradan sevgi yahut anlık heyecanlar değil, asırlara mal olmak; tıpkı edebiyatımıza aşk konusunda mesnevi yazan iki önemli şairimizden Ali Şir Nevayî ve Fuzulî gibi aşkı yazmak ve günümüze değin yaşatmak.
XIII yüzyılda Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin Dîvân-ı Kebîr’i ve Mesnevî-î Şerîf’i ilâhi aşkın işlendiği en büyük eser olmakla birlikte, Türk edebiyatında aşk teması XVI. yüzyıldan itibaren dünyevi ve ulvi aşkla birlikte işlenmeye başlanmış ve ilk örneklerini Leylâ ve Mecnun mesnevisi ile verip, en güzel eserini büyük şairimiz Fuzulî’nin kaleminden vermiştir. Fuzulî’nin bu eseri, “Leyla ve Mecnun” hikâyesinin geleneksel kalıpları içerisinde vahdet-i vücut (varlığın birliği) inancını ve platonik aşk anlayışını yansıtmaktadır. Bu hikâyenin günümüze değin canlılığını koruyarak ulaşmasının en önemli nedeni her devre uyarlanabilmiş olmasıdır. Divan edebiyatından halk edebiyatına, orta oyunundan beyaz perdeye kadar konu olarak işlenmiştir. En yakın örneği olarak kitaplarında Leylâ ile Mecnun aşkını da tema alan günümüz edebiyatçılarından Prof. Dr. İskender Pala’nın dediği gibi; “Aşk ile döner gökler, aşk ile durur kâinat. Aşk, Mecnun'dan Leyla'ya bir feryat, Mansur'dan dara bir sır, gözden kalbe bir yoldur. Velhasıl, klasik edebiyatımızda aşk her şeydir, her şey de aşktır…”
Edebiyatımızın en önemli örneklerinin başladığı divan edebiyatı, düz yazıdan çok şiirleri ve aşk temasını içermektedir. Divan edebiyatını incelediğimizde mecazi aşktan ruhani aşka, platonik aşktan bedensel aşka her türlü aşkın işlendiğini ve dünyevi aşk ile ilâhi aşkın birbiri ile olan bağlantısını görmekteyiz. Divan edebiyatında platonik aşk Fuzulî ile zirveye çıkıp Leyla ile Mecnun mesnevisinde ilâhi aşka giden yol gösterilmiş, tasavvufi aşk Şeyh Galip’ in “Hüsn-ü Aşk”ı ile yazılmış ve beşeri aşk ise Nedim ile işlenmiştir.
Türk edebiyatı Tanzimat ile batı etkisinde kalarak Divan edebiyatının önemini yitirmeye başlamasıyla edebiyatımızda değişimler de başlamıştır.
IX. Yüzyıldan itibaren Halit Ziya Uşaklıgil’in “Aşk-ı Memnu”su ile yasak aşkı, Reşat Nuri Güntekin’den “Çalıkuşu” ile aşkta gözyaşını, Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna”sı ile aşkta dramı, Yusuf Atılgan’ın “Aylak Adam”ı ile hep yarınlara bırakılarak bir ihtimal olarak kalan aşkı, Yaşar Kemal’in “Ağrıdağı Efsanesi” ile ağıt olarak aşkı, Behçet Necatigil’in “Serin Mavi”si ile evcimen bir aşkı ve Cemil Meriç’in “Jurnal”inde yazdığı Lamiasına mektupları ile de aşkın hasretini görmekteyiz.
Edebiyatımızda aşk sadece romanlarla değil şiirlerle de bize derin izler bırakmakta ve aşkın edebî gücünü yaşatmaktadır.
XIII. yüzyılda halk diliyle tasavvuf edebiyatının en büyük şairi Yunus Emre’yi mecazî aşktan gerçek aşka geçişte bir kılavuz olarak, “Bizim sevdiğimiz Hak’tır bu halka gözü kaş gelir” dizeleri ile ve XVII. yüzyılda halk şairimiz Karacaoğlan’ın aşkın umut ve umutsuzluk arasında gidip gelmeleriyle en naif hallerini, “Herkesi sevdiğine verse Yaradan” dizeleri ile bilmekteyiz.
Yakın zamanımızda ise şiirlerle aşkın en iyi anlatımını; Nâzım Hikmet’in Pirayesi için yazdığı şiirleri, Attilâ İlhan, Ümit Yaşar Oğuzcan, Cemal Süreya şiirlerini sayabiliriz.
Yüzyıllardır süregelen ve etkisini mesnevi, şiir, roman, mektup gibi eserlerle koruyarak nesiller boyu devam eden edebiyatımızdaki aşk; yaradılışımızın özünü aramak isteği sürdüğü müddetçe sonsuzluğa erişip, bizlere en güzel örneklerini  sunmaya devam edecektir.

NALAN GÜVEN
www.nalanguven.com.tr