14 Şubat 2015 Cumartesi

SEN OLDUM...





ÖYLE SEVMEK Kİ BU BENİ SEN EYLEYEN
ÖMRÜNE ÖMRÜMÜ
YOLUNA GÖNLÜMÜ
KALEMİME ADINI
VERDİĞİM







* Kim O, deme boşuna,
Benim, ben ...
Öyle bir Ben ki gelen kapına

Baştan başa SEN ...


*Özdemir Asaf 

8 Şubat 2015 Pazar

ANA KÜLTÜR SANAT DERGİSİ / Ocak-Şubat 2015

Eski zamanlarda yüz elli yıl yaşamış olan bir adam varmış. Adı Zaruhan. Artık ölüm döşeğinde iken Zaruhan’a sormuşlar, ‘Bunca yıl yaşadın. Neler gördün?’ diye. ‘Dünya iki kapılı bir han,’ demiş. ‘Birinden girdim, diğerinden çıktım’.
Anneannem anlatırdı bu hikâyeyi. Şimdilerde düşünüyorum da gerçekten yıllar öyle çabuk geçiyor ki. Hatta zaman hızlandı diyenler dahi var. Henüz 2014'ün varlığına yeni yeni alışmaya başlarken yılın sonuna erdiğimizi bilmek, zamanın tutamadığımız elinden koşup gitmek ve bir türlü yakalayamamak...
Elbette tatlı anlarla harcanmış günlerin hatırası o yılı geçmiş dahi olsa her dem hafızalarımızda taze tutarak, gelecek yıllarda da yaşanır olmasını sağlar. İşte bu yüzden elimizden geldiğince; güzellikleri, sevinci, sevgiyi ve sevdiklerimizle yaşanmış anıları heybemize katmalı ve geçmişi mutlulukla yad etmeliyiz.
Hep ertelediğimiz hayallerimize sımsıkı sarılıp, gerçeğe dönüştürmek için en güzel zaman içinde olduğumuz zamandır. Hayat bir hediye aslında. Ancak çoğu zaman bunun farkına varamadan, bize sunulanları değil hep erişilemeyeni arzular ve kendimize bir hüzün payı çıkarırız yaşamdan. Aza kanaat etmeden, ister dururuz arsızca... Yetinmeyi bilmek mutluluğa açılan kapı olmalıdır lakin bir de bunu anlayabilsek!
Hani Sezen'in o çok bildik şarkısı vardır;

Yetinmeyi bilir misin,
Sana verdiği kadarıyla hayatın?
Hoş, bilsen de bilmesen de
Yara bere içinde bu yollardan geçeceksin...

Tıpkı yazarın dediği gibi; Hayat bazen beklediklerini değil birden bire karşına çıkıvereni verir sana. Baştan şaşırsan da, bu lütfun sebebini sorgulasan da asıl yapman gereken ona sahip çıkıp mutlu olmaktır.
Yaşam en bitti dediğin anda; yeniden başlayan umuttur... Bir daha mı asla derken; yine, yeni, yeniden aşktır... Ve artık kurmaktan vazgeçtiğin hayalinin hiç beklenmedik bir anda olmasıdır...  Dilerim tüm hayalleriniz, ümitleriniz gerçeğe dönüşür... Sevgi, saygı ve barış içinde huzur dolu, mutlu ve güzel bir yıl olsun 2015... Hep birlikte...

Aşk ile yol almanız dileğiyle.


MUTLULUK ŞİİRİ

Bugün mutlu olmayı seçtim
Çayıma şeker ekledim kahveme süt
Geceden güzel bir şiir okudum
Belki bir mesaj aldım umuda
Rüyada çocukluğuma dokundum
Hatta gülümsedim kaş çatana
Papatya hep “seviyor” diyecek
Kış güneşi üşütmeyecek
Bugün mutlu olmayı seçtim
Belki yarın da…

NALAN GÜVEN

3 Şubat 2015 Salı

CARPE DIEM!


Hâlâ üşüyor kalbim... Oysa sıcacıktı elleri sevgilinin... Bir hayali yaşarken gözlerime bakıp, "Aşk değil bu!" diyordu... Ve ekliyordu fısıldayarak, "Carpe diem!"

Koca ömür feda edilmez mi bir an için? Gözleri görebilseydi içimin gözyaşlarını, dili varır mıydı kara cümleler etmeye aydınlığıma... Bir kayanın altında kaldı, havalanmaya hazırlanan umudun kanatları... Sığındı sükuta kelimeler...  Gülümsediğimiz hilâl, başını çevirdi karanlığa...İçime çektiğim soluğu kaldı dudaklarımda... Utandı duvarlar...

Ateş sadece düştüğü yeri yakmıyormuş... Evim yanıyor, şehir yanıyor, cihan yanıyor, kıpkızıl bulutlar... Kitaplar da yalanmış, avutmuyor hikâyeler... Hani kulağıma söylediğin ninniler...

Şimdi fısıldıyor; "Carpe diem!"

EDEBİYATİST DERGİSİ - Şubat 2015

http://edebiyatist.com/2015/02/edebiyatimizda-ask-nalan-guven/

EDEBİYATIMIZDA AŞK


Aşk ile yaratılmış evren ve insanın yaradılışının özü aşk. Bu öze ulaşmak için ne çok yazılar, eserler bırakılmış geçmişten günümüze…
Ne var ki, o kadar da kolay değil elbet aşkı bulmak. Sıradan sevgi yahut anlık heyecanlar değil, asırlara mal olmak; tıpkı edebiyatımıza aşk konusunda mesnevi yazan iki önemli şairimizden Ali Şir Nevayî ve Fuzulî gibi aşkı yazmak ve günümüze değin yaşatmak.
XIII yüzyılda Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin Dîvân-ı Kebîr’i ve Mesnevî-î Şerîf’i ilâhi aşkın işlendiği en büyük eser olmakla birlikte, Türk edebiyatında aşk teması XVI. yüzyıldan itibaren dünyevi ve ulvi aşkla birlikte işlenmeye başlanmış ve ilk örneklerini Leylâ ve Mecnun mesnevisi ile verip, en güzel eserini büyük şairimiz Fuzulî’nin kaleminden vermiştir. Fuzulî’nin bu eseri, “Leyla ve Mecnun” hikâyesinin geleneksel kalıpları içerisinde vahdet-i vücut (varlığın birliği) inancını ve platonik aşk anlayışını yansıtmaktadır. Bu hikâyenin günümüze değin canlılığını koruyarak ulaşmasının en önemli nedeni her devre uyarlanabilmiş olmasıdır. Divan edebiyatından halk edebiyatına, orta oyunundan beyaz perdeye kadar konu olarak işlenmiştir. En yakın örneği olarak kitaplarında Leylâ ile Mecnun aşkını da tema alan günümüz edebiyatçılarından Prof. Dr. İskender Pala’nın dediği gibi; “Aşk ile döner gökler, aşk ile durur kâinat. Aşk, Mecnun'dan Leyla'ya bir feryat, Mansur'dan dara bir sır, gözden kalbe bir yoldur. Velhasıl, klasik edebiyatımızda aşk her şeydir, her şey de aşktır…”
Edebiyatımızın en önemli örneklerinin başladığı divan edebiyatı, düz yazıdan çok şiirleri ve aşk temasını içermektedir. Divan edebiyatını incelediğimizde mecazi aşktan ruhani aşka, platonik aşktan bedensel aşka her türlü aşkın işlendiğini ve dünyevi aşk ile ilâhi aşkın birbiri ile olan bağlantısını görmekteyiz. Divan edebiyatında platonik aşk Fuzulî ile zirveye çıkıp Leyla ile Mecnun mesnevisinde ilâhi aşka giden yol gösterilmiş, tasavvufi aşk Şeyh Galip’ in “Hüsn-ü Aşk”ı ile yazılmış ve beşeri aşk ise Nedim ile işlenmiştir.
Türk edebiyatı Tanzimat ile batı etkisinde kalarak Divan edebiyatının önemini yitirmeye başlamasıyla edebiyatımızda değişimler de başlamıştır.
IX. Yüzyıldan itibaren Halit Ziya Uşaklıgil’in “Aşk-ı Memnu”su ile yasak aşkı, Reşat Nuri Güntekin’den “Çalıkuşu” ile aşkta gözyaşını, Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna”sı ile aşkta dramı, Yusuf Atılgan’ın “Aylak Adam”ı ile hep yarınlara bırakılarak bir ihtimal olarak kalan aşkı, Yaşar Kemal’in “Ağrıdağı Efsanesi” ile ağıt olarak aşkı, Behçet Necatigil’in “Serin Mavi”si ile evcimen bir aşkı ve Cemil Meriç’in “Jurnal”inde yazdığı Lamiasına mektupları ile de aşkın hasretini görmekteyiz.
Edebiyatımızda aşk sadece romanlarla değil şiirlerle de bize derin izler bırakmakta ve aşkın edebî gücünü yaşatmaktadır.
XIII. yüzyılda halk diliyle tasavvuf edebiyatının en büyük şairi Yunus Emre’yi mecazî aşktan gerçek aşka geçişte bir kılavuz olarak, “Bizim sevdiğimiz Hak’tır bu halka gözü kaş gelir” dizeleri ile ve XVII. yüzyılda halk şairimiz Karacaoğlan’ın aşkın umut ve umutsuzluk arasında gidip gelmeleriyle en naif hallerini, “Herkesi sevdiğine verse Yaradan” dizeleri ile bilmekteyiz.
Yakın zamanımızda ise şiirlerle aşkın en iyi anlatımını; Nâzım Hikmet’in Pirayesi için yazdığı şiirleri, Attilâ İlhan, Ümit Yaşar Oğuzcan, Cemal Süreya şiirlerini sayabiliriz.
Yüzyıllardır süregelen ve etkisini mesnevi, şiir, roman, mektup gibi eserlerle koruyarak nesiller boyu devam eden edebiyatımızdaki aşk; yaradılışımızın özünü aramak isteği sürdüğü müddetçe sonsuzluğa erişip, bizlere en güzel örneklerini  sunmaya devam edecektir.

NALAN GÜVEN
www.nalanguven.com.tr