Nalan GÜVEN
nalanguven@pkitap.com

AŞK’ı tendedir sanırdım...
AŞK görülen tende değil,
görülmeyen canda imiş...
Hasret ile yandım, cefayı zevk
edindim...
Yaradana, yandırana hamdolsun...
Yaşamın mor heceleri kapatıyor
sayfalarını… Devamını var saymak girdaplı bir yolun sonunu ummak gibi bir hayal
tufanı olmalı... Ama seviyorum tufanları, kasırgaları… Sürükledikleri yerlerde
savrulup, kendimden vazgeçmeyi… Her yok oluşta yeni bir ben olmayı… AŞK olmayı…
AŞK’ı yazmayı…
Günü donduruyorum… Saatli Maarif
Takvimi’nin yapraklarını geri çevirip, aklıma takılan birkaç cümle ile yarım
kalmış hikâyelerin nasılını sorguluyorum... Hatta her birine kendimce yarım
yamalak sonlar yazıyorum… Son gibi kokmuyor kelimelerin nefesi… Her bir öykünün
içine AŞK katıyorum… AŞK’ın başlangıcına ben son oluyorum…
Tavanda sallanan ampuller yanıyor
birer birer… Uzandığı yatağı hissedemeyecek kadar kendinden geçmiş genç bir
adam anlatıyor AŞK’ını… Sayıklarken sevdiği kadının ismini, AŞK’ı uğruna göğsünden
alacağı bıçak darbelerinin henüz farkında değil… Hatta bilmiyor yıllar sonra
bir kır bahçesinde, tahta bir iskemle üzerinde, sıradan bir kadına -içinden “Kim
bu kadın?” diye geçirdiği o sıradan kadına- hikâyesini anlatırken artık kabuk
bağlamış olan yarasından çıkarttığı bıçağı saplayacağını…
Hayat belki de silsilelerle
sürdürüyor hikâyelerini… O kadınsa düzeni bozma meraklısı… Bu yüzden o bıçak
saplandığı yerde duruyor hâlâ… Masalın sonuna nokta koyma heveslisi de
diyebiliriz… Ve başlıyor yarım kalmış bütün hikâyelere son yazmaya…
AŞK’a bir son yazacağını sanarak!
Hâlâ yazıldığı zaman diliminde
bekliyor sekizinci kattaki evinin penceresinin camına alnını dayayıp, gelişi
güzel park edilen araçların olduğu K caddesine bakan adam! Ve bu bekleyiş canını
yakıyor -sıradan- başka bir kadının… Tıpkı ‘Bir kadının gözlerinden sürmesini
çalabilecek kadar!’ kadınları tanıdığını iddia eden bir diğeri gibi başka
neleri bildiğini, o adamın, ‘Yalnızca kendini değiştirerek tüm dünyayı nasıl
değiştireceğini!’ merak edip duruyor…
Sadece bu kadarla kalmıyor yarım
hikâyeler… Sorular soruları doğuruyor ardı sıra… Ne çok yaşanmamış hikâye
kalıyor geriye…
Ve ne türlü yaşamlar yaşatıp, ne
sonlar yazıyorum ben onlara… Her birinin içine AŞK katıyorum… İllâki… AŞK
olmazsa olmazı hayatın… AŞK ile tamamlanıyor eksikler…
“AŞK’a dair” türlü halleri serdim masama… Masum, bencil, çıldırmış, suskun ve
nihayetinde tevekküle ulaşmış aşamalarını yazdım birer birer… Aslında bu
kadarcık madde ile sıkıştırılmış olmak bir anı bir anına uymayan AŞK’ın hoşuna
gitmedi tabii… Ağladı, zırladı ve sonunda yetinmek zorunda olduğunu kabullendi…
Çünkü biliyordu AŞK’ın sonu yoktu…
Hamdı, pişti, yandı ama olmadı…
Olamadı…
Tek başına AŞK, AŞK bile olamadı…
Ve anladı ki paylaştıkça anlam
kazanacaktı.
İşte bu yüzdendir “AŞK’a dair”
yazılan şiirler, mektuplar, nice yazılar ve hikâyeler… Bu yüzdendir
paylaştığımız duygular. Satırlara, notalara dökülmüş sevda damlaları ve aşk ile
yaratılmış her canda aşk ile soluk alıp vermek…
Bu yüzdendir bir sevgiliyi
beklemek. Üstelik hiç gelmeyeceğini bile bile, onun gelmeme ihtimaline bile
aşık olmak… “Ben zaten senin gelmeyişine sevdalıyım…”demek.
Bu yüzdendir aşkın hırçınlığı…
Belki de “Kal...”diyememekten…
Yine de, ‘Kal…’ der
misin?
İlk kez gün yüzü gören yavru bir sincap gibi tırmansa
sözlerim şiirlerinin dallarına...
Kâh üşüsem mısralarınla, kâh yansam cümlelerini kaplayan
tuzlu su sağanaklarıyla
Düşlerinin kıyısına vursa sır kaplamış geçmişim ve gönüllü
bıraksam avuçlarına rüyalarımı
Gidene inat, kalan her damla yaş ile gözlerinin ateşi yıkasa
ruhumun kirini, pasını
Yine de, ‘Kal…’ der misin uzak şehirlerinde bana?
Uykusuzluğuna ortak, düşlerine yabancı bir aydınlığa açılsa
mırıldandığım şarkılar
Türkülerinle can bulsa dermanı tükenmiş yorgun ayaklar
Yaşanmasa da tek bir gün, bize dair varken yarınlara
birikmiş nice sözler, umutlar
Hasretinden hırçınlaşsa, yangınından kaçmak için bin türlü
bahane arasa
Yine de, ‘Kal...’ der misin bu bir gözü yolda kalana?
Hüzne boğulmuş gerçeklere rağmen, bir tebessüm ile bin gam
dağılsa
Hani olmaz ya, gelecek için ufacık bir ümit kırıntısı kalsa
Huzurun sessizliğine susulsa ve sonsuza dek sözcüklerde
yaşansa
Şarkılara söz yazılsa, mektuplarda hayat bulsa, hatta bir
anlık dahi olsa
Yine de, ‘Kal…’ der misin gecenin bir vakti bu kapını
çalana?