Kimi zaman mantığı devre dışı
bırakıp hislerin kalem olup yazdığı satırlarımızı saklarız en değerli
hazinelermiş gibi tahta bir mücevher kutusuna veya kütüphanedeki başköşede
yerini alan bir kitabın sayfaları arasına. Sahibine gönderilmeye cesaret
edilememiş mektuplardır onlar…
Peki ya; kâh gözyaşları ile kâh
sitem veya özlem ile kaleme alınıp, cesur bir yürekle sevgiliye gönderilenlere
ne demeli? Şehrin uykuya daldığı bir vakit gecenin sisi çökmüş sokak lambasının
ışığında ya da bir sabah ezanı duası sonrası şafağın ilk aydınlığıyla dökülmüştür
sözcükler kâğıdın beyazlığına. Öyle saf öyle içtendir ki yalan değmemiştir
kelimelere… Belki de bu yüzden… Bekler elbet yazan el… Bekler elbet yanan
gönül… Bir satır olsun ister karşılığı… Belki kısacık bir cümle… Ya da tebessüm
eden bir yüz…
İşte şimdi soruyorum size; cevabı
gelmeyen bir mektubu beklediniz mi hiç? Her gecenin sabahında ümitle, her günün
sonunda hüsranla… Sevgiliye bin bir mazeret çıkartıp hoş gördünüz mü
sessizliğini?
Kimsesizliğin en çekilmez halidir
cevapsız bırakılmak. Yine de akıllanmaz deli yürek. Ne kaleme söz geçirir ne, “dur”
diyen aklına. Satırlar tek dostudur. Cevap ise yarının ümidi.
Aslında ne çok şey anlatır o sessizlik,
duymak istemeyen yaralı yüreğe. Oysa kelimelerin kalkanına sığınmak isteriz.
Hayal dahi olsa kahramanı olmak isteriz bir şiirin. Çünkü biliriz suya yazılsa
da aşk silinmez. İster sahibine ulaştırılmış olsun ister bir köşede saklanmış… Aşk
dilinden, aşk elinden çıkan her mektup sessizce beklemektedir cevabını…
Sır küpüdür kelimeler çeperleri
yaşlı

Diz çöker secdede umuda eğer başı
Yarına kalmış bekleyiştir geceler
Dua gibi dökülür sevgilin
dilinden
Allah’a yakarış biraz da sitem
Çile sefadır, diken gül fidanı
Ancak anlayan anlar sözcükleri
Görür karanlıkta göz kırpanı
Boşuna mı yazar can o mektupları?
Nalan Güven / Kasım 2012