“Keşke”leri vardır her insanın usul usul
biriktirdiği… Kimi zaman farkında bile olmaz bunların yüreğinin en ücra
köşesine sıkışıp kaldığının ve ufak bir ah geçirme ile saklandığı yerden başını
uzattığının… Çocukluğun neşesi, gençliğin vurdumduymazlığı ile üstüne kalın
abalar örtülür de yaş kemale erince bir bir açılıverir “Keşke”ler… Üzerlerini
sandık lekeleri kaplamıştır… Önce küf kokusu yayılır sonra adım adım geçmişe
yolculuk başlar… Belki de o an ninelerimizin kenarları oyalı beyaz namaz başörtüsünün
ardına saklanmak geçer içimizden ve dualara sarılmak ve de “Keşke” dediğimizi
bu gün değiştirebilmek için bir kez daha o günlere dönebilmek… Nafiledir
sızlanmalar, üstü kapanmış bir yarayı kazımak kadar acı verse de
iyileşmeyeceğini bilmek kadar gerçektir kaybedilen… Bundan böyle ne geriye
dönüş vardır ne de unutabilmek hatıraları… Ta ki tavan arasından çıkarılıp
yeniden saklayıncaya kadar…
26 Temmuz 2012 Perşembe
16 Temmuz 2012 Pazartesi
EDU&ART DERGİSİ -TEMMUZ 2012
YARINLARA BIRAKILAN AŞK
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı.
Birçok ertelediğimiz ve sonra da,
“Keşke…” dediğimiz yapılmamış işlerle, gerçekleştirilememiş hayallerle doluyken
yaşamımız, önünüze çıkan belki de bir daha hiç rastlamayacağımız bir aşkı
ertelediniz mi hiç?
Her zaman bir bahane bulunur yarınlara
bırakmak için, kimi zaman şartlar zordur ama zor olan değil midir güzeli güzel
yapan? İmkânsızlık değil midir tutkuyu kamçılayan? Tarih böyle ertelenmiş
sevdalarla doluyken bize kalan bu yaşanmamışlıklardan doğan şiirler ve
romanlara konu olan aşkların okunması oluyor.
Tıpkı büyük üstat Behçet
Necatigil’in satırlarına dökülen şu sözlerinin içimize işlemesi, belki de
derinlerde saklı duran bir pişmanlığın bize kendini başka hayatlarda
hatırlatması gibi;
“Sen bilmezsin mirim ne gariptir
bir başkasına düşlerini anlatmak. Gün be gün eksilir zaman… Şair olunmaz
doğulur. Neye, kime inat? Duygular yön verir kalemine, duygulara da yaşananlar.
Mutluluk anlarında çıkmaz şiir. Buhranla dolu gecelerde, kâbusların sözcüsü
olurlar. Sonra bir tek satır kokuları anımsatır. Buruk bir neşe geçmişe
karışır. Sevgileri yarınlara bırakırsınız...
Hayat hep olası hikâyeleri
özlemekle geçer durur. Gidilmeyen filmlerde görmediğin heyecanlar, uyanmadığın
sabahta etmediğin kahvaltı, çalmayan telefondaki utangaç sesi... Daha üzgün
durur olmamışlıkları anımsamak.
Mutsuz aşklar prim yapar. Masada
iki bardak, bir şişe rakı. Ne diye içip durursun boş sandalyeye karşı?
Onu böylesine sevmek için
delirmiş olmalısın. Bir düşün, imkân var mı? Dün arasın diye beklemiştin.
Telefon çalmadı. Bugün ilk sabahın ışıklarında kapının altından kaymış not.
Bulduğunda tuhaf bir yanılsama. Yanlış zamanda gelmiş aşklar. Vakti dolduğunda…
Bitmemiş ilişkiler sardı
duvarları. Bu odayı, kitabın sayfalarını, rüyaları. Başlamadan bırakmalı, henüz
özlem içini kemiren kuşkulara dönüşmeden, ellerin yatağın boşluğunu
hissetmeden, olası tutkulara içini dökememişken. Üç noktalar doldurmalı
mektuplara. Söylenmemiş sözler için. Her yuttuğumuz gözyaşı bir aşkın sonu.
Yarın düne benzemiyor şimdi. Sanki ilk kez yaşamışız yaşanmışı dünlerde, ya da
başlamışız ansızın ta ilerde olacak…”
Dar vakitlerde kalan sevginin sıkışıp
kaldığımız dünya koşturmasına mücadele edecek gücü olmadığından ya da
odalarımıza sakladığımız yalnızlığı kaybetmenin verdiği korkudan olsa gerek bu
kaçışlar. Kitaplara sığdırılmış kelimelerle yaşamak ve kapağını kapadıktan
sonra kendi telaşlı gündelik yaşamımıza dönüp aşkı ertelemek kadar bir göz ardı
etme yaşamın gerçek varlığının sebebini. Aşk ile dünyaya gelmek ama hep
ertelemek bir başka zamana… Belki de olmayacak bir zamana…
Sözleri yarım bırakarak içimizde,
hiç olmamış farz ederek devam etmeye çalışmak nefes almaya… Gelmeyene
sevdalanmak, bol vakitler bekleyip aldanmak…
Oysaki yeter olmalı bir kahve
içimlik zamanlara dahi sığdırılmış bir bakış, sevgilinin dilinden bir hoş
sohbet veya kısacık bir telefon konuşması…
Yarına kalmadan… Yarına bırakmadan…
Aşk ile yol almanız dileğiyle.
Aşk Yarına Kalmadan…
Bırakıp gidebilmek zamanı geldiğinde
Bazen giderken kendini bırakmak
Bazen alıp götürmek yanında her ne varsa
Uğruna vazgeçebilmek en değer verdiğinden
Göze alabilmek hasreti
Dille söylemeden adını
Kalbinden zikredebilmek her solukta
Gelmeyeceğini bilerek beklemek
Yavaş yavaş tüketmek içinde
Gözyaşları ile hayalini silmek
Kabullenmek sonun başlangıcını
Ve bir sabah adını anmadan uyanmak
Yarına kalmadan...
2 Temmuz 2012 Pazartesi
belki de...

Karşı kıyıya baktı. Biliyordu
oralarda bir yerde olmalı teslim ettiği emaneti. Son bir duygu kıpırtısı oluştu
hareketsiz bedeninde. Yalandan bir Temmuz sıcağı ile ürperdi. Kat kat
giyilmişler ısıtmıyordu yüreğini. Koyu bir lacivert kapladı odayı. Mercan
denizi kabardı yüreği gibi. Dövüyordu saçlarını, kirpiklerini dalgaların
sözleriyle… Ne zamandır içmeyi bıraktığı sigara gibi sarıldı rüzgârına… Son bir
nefes çekti, dudaklarına yayıldı sahte bir gülümseme… Yıllar sonra geri dönen
eski bir dosta sarılmanın huzuru vardı şimdi kollarının arasında… Bilmediği bir
sevda şarkısını mırıldandı önce… Zamanı unutulmuş ayrılık sonrası gibi bir
başlangıç vardı beklediği… Masada boş tabak… Dolu bir rakı şişesi… Sahi yeter
miydi acıları dindirmeye?
Belki de…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)