Bak işte yine Eylül geldi
takvimlere. Tanışma mevsimimiz. Biliyorum hüzün bekliyorsun satırlarımda.
Hasrete öfke, sensizliğe sitem ve hatta kadere küfür. Bense içimde kabullenişin
çaresiz sükûnetini taşıyorum. Resimlerin özlemime bir nebze olsun ilaç oluyor.
Hatıraların ise şifa, yaralı ruhuma. En çok da sesini özlüyorum. Balkona
kurduğumuz rakı sofralarında söylediğin Kürdîlihicazkâr makamındaki şarkıların
kulaklarımda çınlıyor.
Mehtâba dalıp yâr ile
sohbet ne güzel şey
Dünyamızın üstünde
bütün ruhlar uyurken
Dünyada senin âşıkın
olmak ne saadet
Bir bitmeyecek aşk-u
muhabbet ne güzel şey
Yıldızların altında
ibâdet ne güzel şey (*)
Biz de hiç bitmeyecek sanmıştık
yaşar iken bu aşkı. Mutluluk her zerresi ile ruhumuza nüfus etmişken, görülmeyen
kanatlar takmıştık bedenlerimize. En köhne yerler saraya dönüşmüştü birlikte. Yol
üstü seyyar bir köfteciden yediğimiz ekmek arası; dünyanın en leziz yemeği,
soğuk bir kış gecesi başımı koyduğum dizlerin, en rahat döşek olmuştu bana.
Savrukça harcarken bize bahşedilmiş saadet vakitlerini, hiç hesabını yapmadık
bir gün gelip hasretle yanacağımızın.
Öğrendim ki zaman geçtikçe
demleniyormuş sevdalar. Önceleri günleri, ayları sayarken yıllar geçince
anlamsızlaşıyormuş gittiğin tarih. Hatta yokluğuna daha çok sevdalanmaya
başladığımı fark ettiğimde dönmen için ettiğim dualara son verdim bilesin. Cemal’in
teknesine gidip kadeh kaldırdım ayrılığa. Kumsalında sabahladım sarıldığımız
sahilin. Karşı tepeden seyrettim sensiz İstanbul gecesini. Yıldızlar eşlik etti
başı düşmüş yalnızlığıma. Kabullenmişken kimsesizliğin saran kollarını, başka
kadınlar da girdi hayatıma. Belki senden güzelleri de vardı içlerinde. Hatta
senden güzel şarkı söyleyenler de. Lâkin kalmadı isimleri hafızamda. Nejla,
Pınar, Sema ya da her neyse.
Bak işte yine Eylül geldi
takvimlere. Yağmurlar henüz başlamadı ama her nedense hüznü çöktü içime. Biraz
da yaşlandım galiba. Ağrılar başladı önce dizlerimde hafiften de göğsümde. Dün
ne yediğimi unutur oldum da bana kurduğun sofralar hâlâ hafızamda, pişirdiğin
yemeklerin lezzeti de damağımda.
Düşündükçe geçmiş günleri yine
aynı sızı var bu yorgun yürekte. Yokluğuna yazılmış mektuplar doldurdu
çekmecemi. Kalpteki acı parmaklara varınca durdurulamaz oluyor kalemimin
yazdıkları. Ama sakın kalkıp da geleyim deme. Ben yokluğuna sevdalı, ben
gidişine aşık olmuşum. Hani şairin dediği gibi;
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?(**)
Var mısınız bu Eylül mazide
kalmış bir sevgiliye mektup yazmaya? Kaleminizden dökülürken gizlide kalmış
birkaç söz, belki de aşkın mahzun bakışını yeniden üzerinde hisseder hatıralar.
AŞK ile yol almanız dileğiyle.
Zamanı durdurdum son gördüğüm yerde seni
Sevdamı gömdüm şehrinin kıyısına
Siyaha küstüm, gri artık gecelerim
Sanma ki unuttum ya da azaldı hasretin
Acıya metanet kazandım
Sensiz konuşmayı öğrendim
Ellerimi sevdim sana dokunduğu için
Gözlerimi sevdim sana baktığı için
Yüreğimi sevdim sevdanı taşıdığı için
Sensiz sen olmayı öğrendim…
Nalan Güven / ANA KÜLTÜR SANAT DERGİSİ / EYLÜL 2012
(*) Beste: Sâdi HOŞSES
Güfte:
Faik Ali OZANSOY
(**)Necip Fazıl KISAKÜREK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder