Burada olsaydın anlatabilir
miydim anne?
Gülümseyen bir çerçeve ardına saklanan
hikâyeler, en derin yalnızlıkları hapseder zamanın öldürücü yaralarında… Bir ülkenin
en güzel bahçeleri, gözyaşının ırmakları ile yeşeren çiçekleri ile bezenmiştir…
Ve en güzel şarkıların besteleri sahiplerine gizlice söylenen intizar
cümleleridir…
Yalan dünyanın yalancı insanlarını
yalanlarına inanarak sevmek çok acı verir insana… Fakat sanıldığı gibi her acı
büyütmez adamı. Bazı acılar vardır ki görünmeze dönüştürür, silikleştirir, küçültür,
ezer… İşte öyle hikâyeler anlatılmaz anne.
Birkaç cümle yazılır; basit,
anlamsız, çirkin. Evet, evet çirkin. Olsa olsa bunun adı “çirkin” olmalı. Bu çirkin
hikâye; belki de şöyle başlar:
Adımları koşarak varmıştı gizli köşelerine; şiirleri oldu, sözleri,
koca koca cümleleri, severek yaşadığı hüzünleri, sevildiğini sandığı
aldanışları…
Yağmuruna kucak açtığı bilinmez topraklarda ayaklarına kapanmıştı oysa…
Adını sayıklamıştı gecelerin yırtıcı sessizliğinde…
Meğer öksüzlüğün nağmeleriymiş birlikte söyledikleri şarkılar. Güneşi
beklerken kahverengine dönen mavilikler. Yalnızlığın sessiymiş kuytuya çekilen
çocuk.
Ben kahverengini hiç sevmemişim
anne. Siyaha alışmış gözlerim.
Bugünlerde toprak rengi gök
kubbe.
Can-içi can yakıyor anne…
Ve ben;
Hikâyesi olmayan insanları
kıskanıyorum.
27 Ara. 13
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder