“Aşk öyle bir ateş ki, yandığı zaman Maşuk’tan başka her şeyi yakar.”
Yaradılışın özü ve de
mevcudiyetimizin sebebi aşk değil midir? Âlemlerin rabbi Allah, "Ben gizli bir hazine idim bilinmeyi,
sevilmeyi istedim," demiş ve kâinatı yaratmıştır. İnsanoğlunun
çoğalması yüreklere düşen aşk ateşi ile süregelmektedir ve de kâinata değin
gerçek aşkı aramakla devam edecektir.
Tasavvufta aşk yaratıcıya duyulan
muhabbettir, özlemdir. Mutasavvıflara göre beşeri aşk, ilâhi aşkın yeryüzüne
yansımasından ibarettir. Ve aslında yaşanan her aşk adım adım yaratıcı aşkına
yol almak ve belki de farkında olmadan bu aşk arayışı ile Allah’a yaklaşmaktır.
Aşk varlığın mayasıdır. Aşkın en üst kademesi ise Allah sevgisi, Allah aşkıdır.
İnsan faniye duyulan aşkta kararlı, vefalı ve de sadık ise bu dünyasal aşk onu
eninde sonunda gerçek sevgiye, ilâhi aşka götürecektir. Tıpkı Mecnun’un
Leyla’nın aşkı ile yola çıkıp sonunda Mevla’nın aşkına ulaştığı gibi varılacak
yer gerçek aşktır.
Mecnun, Leyla’ya sevgisinden
deli-divane olur. Çöllere düşer. Gözleri Leyla’ya benziyor diye, çölde
ceylanlarla arkadaş olur. Bir gün bulunduğu yere bir köpek gelir. Kimse
ilgilenmezken, Mecnun köpeğe büyük ilgi gösterir. Niye böyle yaptığını
sorarlar, “Siz bilmiyorsunuz, bu köpek Leyla’nın diyarından gelmiştir” der. Öyle
bir zaman gelir ki, Leyla’yla bir araya geldiğinde, “Hayır,” der, “Leyla sen
değilsin. Sen yürü git, Leyla ki ben Mevla’yı buldum,” der. Böylece
kendisindeki mecazî aşk, gerçek aşka inkılap eder.
Yunus Emre’ye, “Bana Seni gerek Seni” dedirten de, aynı
ilâhi aşktır. Yunus Emre ve Mevlâna gibi Hak aşığı olan zatlar, aşktan
bahsettiklerinde, “İlâhi aşkı” kastederler.
İnsanın dünyasal benliğinden
ruhani yükselişini ve mertebelere ulaşmayı aşkta bulan Mevlana; aşksız geçen
ömrü, ömürden saymayıp;
“ Her kim aşk ile yanıp tutuşmamışsa, o uçmayan, kanatsız kuş gibidir
vah ona… Aşksız ömrü hesaba sayma, çünkü o sayıdan dışarıda kalacaktır…” demiştir.
Mevlana’ya göre bir insan için
gerçek aşk, kendi varlığından geçerek Allah’ta fani olmak, yaratıcıya tam bir
gönül bağı ile bağlanmaktır. Gönlünü Allah’a vermiş bir insanın artık kendi
benliği kalmamıştır. Bir insan neyi, kimi tutku ile severse bu aşk onun gerçek
varlığının ve varoluşunun bir yansımasıdır. Büyük aşk pirine göre;
“Allah’tan başka her şey batıldır, asılsızdır… O’nun ihsanı, yağmuru
kesilmeyen bir buluttur…”
Tasavvufta aşkı incelediğimizde
mutasavvıfların yaşadıkları ilâhi aşk ile kendinden geçip Allah’ı bulduklarını,
Allah’ta fani olduklarını görmekteyiz. Hatta, Hallac-ı Mansur gibiler,
kendilerini tamamen yok farz edip “Ene’l-Hak”
bile derler.
Hak aşkı, tasavvuf edebiyatı ile
de örneklerini göstermektedir. Türk edebiyatının büyük üstatlarından olan Necip
Fazıl Kısakürek’in 1950 yılında kaleme aldığı “Çöle İnen Nur” adlı eseri;
Yüce Allah’ın Resûlü için, “Sen olmasaydın, âlemleri yaratmazdım,”
kudsi hadisi ile başlamakta ve üstadın;
“Nereden başlayayım? Zamanın
hangi ucundan ve mekânın hangi köşesinden? Allah’ın bütün zaman ve mekânı kuşatmak
üzere yarattığı – Gaye- İnsan ve Ufuk – Peygamber – elbette bizzat başlangıcın, kâinat
başlangıcının başı…” cümleleriyle devam edip Hz. Muhammed’i
anlatmaktadır. Ayrıca Necip Fazıl’ın birçok
şiirlerinde olduğu gibi, “Visal’’ adlı şiirinde de yoğun bir biçimde tasavvufi
ve felsefi derinlikler bulunmaktadır.
VİSAL1
Beni zaman kuşatmış, mekan
kelepçelemiş;
Ne sanattır ki, her şey, her şeyi
peçelemiş...
Perde perde veralar, ışık başka,
nur başka;
Bir anlık visal başka, kesiksiz
huzur başka.
Renk, koku, ses ve şekil,
ötelerden haberci;
Hayat mı bu sürdüğün, kabuğundan,
ezberci?
Yoksa göz, görüyorum sanmanın
öksesi mi?
Fezada dipsiz sükut, duyulmazın
sesi mi?
Rabbim, Rabbim, Yüce Rab,
alemlerin Rabbi, sen!
Sana yönelsin diye icad eden
kalbi, sen!
Senden uzaklık ateş, sana
yakınlık ateş!
Azap var mı alemde fikir çilesine
eş?
Yaşamak zor, ölmek zor, erişmekse
zor mu zor?
Çilesiz suratlara tüküresim
geliyor!
Evet, ben, bir kapalı hududu
aşıyorum;
Ölen ölüyor, bense ölümü
yaşıyorum!
Sonsuzu nasıl bulsun, pösteki
sayan deli?
Kendini kaybetmek mi, visalin son
bedeli?
Mahrem çizgilerine baktıkça
örtünen sır;
Belki de benliğinden kaçabilene
hazır.
Hatıra küpü, devril, sen de ey
hayal, gömül!
Sonu gelmez visalin gayrından
vazgeç, gönül!
O visal, can sendeyken canını
etmek feda;
Elveda toprak, güneş, anne ve yar
elveda!
Aşk yaşamın her safhasında bize eşlik
edip yoldaş olmakla birlikte, ebedi âlemde de yaratıcıya duyulan muhabbet ile
bize kapılarını açmaktadır. Ne güzeldir aşkı bu dünyada bulmak, acısını zevk
edinmek, avuç açıp dua etmek, yakarmak ve fani aşk ile Yaradan’a yakınlaşmak…
Aşk ile yol almanız dileğiyle.
(1)
Necip Fazıl Kısakürek, ‘’Çile’’ Bütün Şiirleri, YKY, İst. 2005, s. 238
Ey Sevgili…
Can bedene fazladır, gitmek zamanı sevda şehrinden
Eski beni arama beyhude, bulamazsın
Mercana dönüştüm, saklandım bir taş altına
Gün ola dönüp bakarsan ardına ey sevgili
Görülmez sevdamın pulları, söndü mü sanırsın
Durgun bir suya yazdım sabrımın ebrusunu
Mavilere kattım durmadan çağlasın diye
Çeşmimde gözyaşım bitti mi sanırsın
Muhabbetin yoksa can evimde
Bin verd yollasan neye yarar
Susup söz etmem diye ey sevgili
Aşkın coşkusu sona erdi mi sanırsın
Can bedenden uçsa da bil ki sevdan baki kalır
Aslolan sensin ey sevgili
Sen yoksan ben de ben var mı sanırsın
NALAN GÜVEN