21 Mayıs 2012 Pazartesi


AŞK’A DAİR / NALAN GÜVEN

http://edu-artdergisi.com/




RÜYALAR ÂLEMİNDE AŞK



Sadece bir düşten mi ibaretti gördüklerim?

Turkuaz yeşili denizi yararak içinden geçtik birlikte. Dönüşü olmadığını umursamayacak kadar emindik bu yolculuktan. Belki de bu yüzden korkutmuyordu bizi nereye gittiğimizi bilmemek… Rüzgâr değiyordu martıların kanatlarından yüzümüze… Gökyüzü avucumuzu değdirebileceğimiz kadar yakın, güneş yakmayacak kadar ılıktı… Sen bir şiir okuyordun adı, “Aşk” olan… Ben ağlıyordum mutluluktan… Yeryüzü ayaklarımızdan kayıp giderken sadece -biz- vardık bu âlemde…

Sonra ne mi oldu? Gözlerin kaldı geriye ve o bildik kendinden emin bakışların… Bir de rüyada bile sorgusuz ardından gelen ben…

Düşlerin içinden hakikatlerin geçtiğini söylerdi anneannem. Her gecenin sabahı uzun uzun anlatırdım ona, uykuda gezip gördüklerimi. ‘Sus!’ derdi sonra, ‘Sakın anlatma! Yoksa bir daha tekrar göremezsin aynı rüyayı.’

Ve büyüdüm ya da büyüdüğümü zannettim, kalabalıklar içinde bir başıma… Kimsenin bilmediği hayallerden, düşlerden bir dünya kurdum kendime. Belki biraz melankoli, biraz şizofren, biraz paranoyak… Ne yalnızlığımı söyledim, ne düşlerimi… Bir sen bildin… Söyleyemediğim birçoklarının içinden sadece bir kaçını öğrendin, gerisini ben bile unuttum…

Bir kelimeni sakladım içimde… Veda ettiğim bir günün sonunda, ta gözlerimin içine bakarak söylediğin tek bir sözü… Düşlerimin, hayallerimin kalbine alıp sakladım… Sustum… Bekledim… Dualar ettim…

Gün geldi ettiğim dualardan utandım… Sayısız kereler umudumu tükettim…

Gün geldi gelin tacı gibi bir bir açtı Lillium çiçeklerin, yeşerdi ağacın…

Gözlerinin ardındaki ışığı gördüm… Birer siyah elmas parıltısıyla aydınlattı yolumu.

Bütün aşk kitaplarını okudum… Tahir ile Zühre, Ferhat ile Şirin, Leyla ile Mecnun…

Ben Züleyha mıydım bilmiyorum ama sen Yusuf oldun…

Işığım oldun, yolum oldun, sabrım oldun…

Artık içime çektiğim her koku senin çiçeklerin… Karanlığın son bulduğu her ışık senin gözlerin… Sırları bir bir dökülen aynamda gördüğüm yüz senin… Bundan böyle söze gerek yok anlatmak için sendeki beni… Düşlerim gerçeğin ta kendisi…

Dokunmadığı halde avuçlarımın içine sinmişse kokusu teninin, gitmen ayrılık değil kavuşmak bundan böyle bana… Tıpkı mahşere bıraktığım gibi gelmeni, geceleri de beklerim aynı hasretle… Çünkü bilirim düşlerim varılacak son değil, seninle birlikte gerçeğe gidilen yoldur… Düşlerim başka bir âlemde seni bana kavuşturandır… Düşlerim yaşayamadığım aşktır…

Kaçımız uyandığında gördüğünün bir rüya olduğu gerçeği ile sarsılmış ve o âleme tekrar geri dönebilmek için gözlerini sımsıkı kapatmıştır? Belki de aşk düşlerde yaşanınca daha bir gerçek, daha bir yalansız olmuştur. Bilinçaltımızda kendimize dahi anlatamayacağımız hayallerimizi bize sunmuş, aşkın peşinden koşmuştur. Uyanılır mı hiç dersiniz böylesi bir düşten?

İnsanoğlunun eski çağlardan beri esrarını çözemediği rüyayı kitaplar kısaca, “Şuuraltı faaliyetlerinin uyku sırasında zihinde yarattığı hayallerdir,” tanımı ile yapsa da, “Rüyalar aynalara benzerler, bazen içlerinde başlarımıza gelecek şeyleri görürüz,” demiş Moliere.  Zihnin en savunmasız olduğu anlarda bilinçaltını kaplayarak gizli bir dünyanın film şeridi gibi gözümüzün önünden geçerek gizemlerin, sırların açığa çıktığı bu âlem her zaman merak konusu olmuş ancak görülen hayallerin gerçekle bağlantısının ve geleceğin habercisi olup olmadığının kesin açıklaması ne bilim adamları ne de din adamları tarafından yapılabilmiştir.

Oysa ki bizler her gördüğümüz düşün ardından rüya kitaplarına sarılıp gerçek dünyaya dönüştürebileceğimiz bir işaret aramaz mıyız? Ya da ruhumuzun derinliklerinde kendimizce anlamlar yüklemez miyiz bu zahiri hayallere?

Belki de aşk gerçek dünyada yaşanamayacak kadar bir hayaldir. Ve ancak rüyalarda yaşanır. İşte bu yüzden şarkılarda bile aynı şey söylenir, “Rüyalar Gerçek Olsa!”…

Rüyalardaki aşklar romanlarda, şiirlerde söze dökülür… Bir ömür gibi yaşanan, hâlbuki birkaç dakikaya sığdırılan bir sevda masalıdır düşümüz…

Ve her şeye rağmen aşk rüyada bile AŞK’ tır…

AŞK ile yol almanız dileğiyle.


DÜŞ

düşümde yığılıyor sessiz

öyle çok ki susmak yılgınlık

gel dedikçe gece gel

havadan ve sudan ve insandan ari düşünce

bir balık nasıl yaşar gökyüzüne

gök yüzün mavi değil anne yeşilin güzel

sesi duyamıyorum acın tam göbeğindeki

beyazın kırmızı lekesi


doğur beni demişlerdi bu lafı başkası

sen yine de öldürdüğün gibi doğur beni kursağından

öyle ki yaşamak telaşından kurtulsun acziyetim

var olduğuna sevili

kus beni, bırak dağılayım taş sokakları

bırak çırpınayım kanatlarımı sargılasın küçük bir çocuk

ellerini koymuş yanağına üzgün

al ışıklı saçların kar ışıklı saçların yorgun, çocuğum

keçê rabe li ser dilê mın birîndarım

keçê rû nede ben bir rüyayım*

taşlarına dokundum ve ahşap ve demir

ve tarih ve kapısı hayatın

ulu bir çınarın gölgesine saklandım

yağmurlar yürürken şehre

mihrimahın koynundayım.


NİHAT POLAT / Kırlangıç Düşleri



*Kız kalk yüreğimin üzerinden yaralıyım

kız yüz verme ben bir rüyayım

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder