27 Ağustos 2012 Pazartesi

BU DA 3. ROMAN’DAN…


Ardından gerçeğin ışığı vurduğunda saklandığın yalan tülünden sana fayda olur mu sanıyorsun? Boş bahanelerle kandırıyorsun kendini… Sen bana değil, aşka inananlara yazık ediyorsun!
 
 
Daracıktı yürüdüğü sokak. İri taşlardan gelişigüzel örülmüş duvarın bitimindeki uçuk pembe boyalı iki katlı evin önünde adımlarını yavaşlattı ve durdu. Burası olmalıydı yıllar önce bin bir ümitle geldiği ve üzerinden henüz birkaç ay geçer geçmez bir gece vakti ardına bakmadan kaçıp gitti ev. Ne çok hayaller kurmuştu oysa! Sevdiği adam için kuma olmayı bile ağır saymamıştı hırpalanmış ruhuna. Hatta esas kadını sevmeye dahi çalıştı. Yüksünmedi onun evin hanımı olmasından. Aşağılanmaktan, hor görülmekten. Aynı evi paylaşıyor olmak, bazı geceler aynı yatağı paylaşmak kadar acı vermezdi ona. Geceleri gizli gizli ağlardı başını yastığının altına sokup. Fakat sabah olup ağardı mı ortalık, yeni bir heyecan dolardı içine. Gözünü açar açmaz kınası henüz akmamış eline bakardı. “Aldım, kabul ettim,” dememiş miydi sol avucunun içini öperken! Onun olmuştu işte. Sevdiğine vermişti bedenini, ruhunu. Eş olmuştu ona. Sırdaş olmuştu. Kadın olmuştu. Sevgili olmuştu. Allah katındaydı nikâhı. Yemin etmişti bir kez, başka el değmeyecekti artık ne tenine ne de kalbine…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder