14 Şubat 2014 Cuma

MELEK'ten BULUT'a...

“Bırakıp gidebilmektir zamanı geldiğinde. Bazen giderken kendini bırakmak, bazen alıp götürmek yanında aşka dair ne varsa. Uğruna vazgeçebilmek en değer verdiğinden, göze alabilmek hasreti, dil ile söylemeden adını kalbinden zikredebilmek her solukta.”

Aşkı sadece kitaptan bilen biri için epey beylik cümleler etmiştim sanırım. Bulut birkaç dakika öylece durdu. Birasından ufak bir yudum aldı ve yavaşça yutkundu. Sanki duyduklarını da içkisiyle birlikte sindirmeye çalışıyor gibiydi. Belki alkolün etkisi ile anlamlandıramamıştı bu aşk tarifini. Hiç beklemediğim bir karşılık verdi.

“Sana aşık olmalıyım ben!”
Güldüm. Ne diyeceğimi hemen bilemedim, kısaca düşündükten sonra ancak cevaplayabildim.
“Ismarlama aşk olur mu?”
“Tabiî ki olmaz ama aşkı böyle tarif edene aşık olunur.”

Ne olduğunu kavrayamadığım bir konuşmanın içindeydik. Bakışları üzerimde gezindikçe sırtımın orta yerinden önce buz gibi bir ter damlası indiğini, sonra içimden alevlerin yükseldiğini hissettim. Kalbim çarpmaya başladı. Bana öyle bir bakıyordu ki, kahverengi gözleri simsiyah birer ateş topuydu sanki. Tenimin içine işliyor, kanımı yakıyordu. Ben ne yapmam gerektiğini bilememenin şaşkınlığı içindeyken o uzanıp ellerimi avuçlarının arasına aldı. Tabureden kalkmak, bir an önce bu mutfaktan kendimi dışarıya atmak istiyordum ama olduğum yerde mıhlanıp kalmıştım. Kaçmak istediğimi anlamış gibi ellerimi daha bir sıkı kavradı ve bana doğru yaklaştı. Nefesi sigara ve alkol kokuyordu ve ben galiba gerçekten sarhoş olmuştum, başım dönüyordu. İçeriden gelen kahkahalar ve sesler dolduruyordu dört köşe mutfağı. Kıpırdayamıyordum, gözlerimi kaçıramıyordum bu yakıcı bakışlardan. İçinde yaşamadığım bir zaman kesitindeydim artık. Balkonun aralık kalmış kapısından yüzüme vuran rüzgârın soğuğuyla daha bir harlanıyordu ateşim. Uzaklardaki evlerin ateş böceklerini andırarak göz kırpan ışıkları gibi maviye, yeşile, mora döndü gecenin loşluğu ve ben yüzüme vuran parfümünün kokusu ile karanlığın içinde, bu hiç tanımadım adamla yok olmak istedim evrenin yıldızları arasında. Görmediğim ülkelere gitmek, bilmediğim dillerde şarkılar söylemek ve kollarında saatlerce dans etmek. Dudaklarından dökülen şiir tadında sözcükler içinde kaybolmak ve bir daha geri dönmemek…

Bedenimin titrediğini hissederek ait olduğum zaman dilimine geri döndüğümde farkında değildim geçen sürenin. Ellerimi avuçlarından çektim. Hislerimin tam tersi cümlelerdi dökülen dudaklarımdan.
“Henüz beni tanımıyorsun. Daha bir saat bile olmadı tanışalı.”
“Beklerim ben de yarını.”
“Anlayamadım!”
“En sevdiğim romanlardan biridir Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ı. Oğlan kıza sorar, ‘Ne iş yaparsın?’ Kız durur ve cevaplar, ‘Bırak o da yarına kalsın!’…”
“Güzelmiş.”
“Güzeldir insanın yarına dair ümitlerinin olması, kuracak hayallerinin ve beklentilerinin olması.”
“Bu yüzden hep yarına mı ertelersin sözlerini?”
“Ertelemek değil bunun adı, tüketmemek. Anlatarak bitiriyoruz her şeyi. Söylenmemiş sözler her zaman daha değerlidir.”
Sustuk ikimizde. Sadece birbirimize bakıyorduk. Ne gördüğümüz önemli değildi. Sessizce konuşuyorduk artık ve sanki bana gözleriyle Aziz Nesin’in, ‘Susarak’ isimli şiirini okuyordu.


Güneş altında söylenmedik söz yokmuş..
Bu yüzden geceleri söylüyorum sevdiğimi..
Ne gece ne gündüz yokmuş söylenmemiş söz..
Bende söylenmişleri söylüyorum yeni biçimde..
Hiç bir biçim kalmamış dünyada denenmedik...
Bende susuyorum sevgimi saklayıp içimde....
Duyuyorsun değilmi suskunluğumu nasıl haykırıyor...
Susarak sevgisini ilan eden çok var sevgilim ...

Ama bir başka seven yok benim sustuğum biçimde .....

AŞK ÖLÜMDÜR / Syf 84-85-86

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder