10 Şubat 2014 Pazartesi

PEMBE ÇORAPLAR




Sallanıp duran pembe çoraplara dakikalarca takılıp kaldım. Gözlerimi kapatsam üzerindeki minik beyaz kalplerin şeklini çizebilirim artık. Karşımda çoraplarının pembesinde minik saten kurdeleler işli, etekleri fırfırlı beyaz elbisesi içinde kıpırdanıp duran, belli ki oturmaktan çok sıkılmış bir kız çocuğu var. Ayaklarını bir o yana bir bu yana hiç durmadan sallayıp duruyor. Ayakkabılarını çoktan fırlatıp atmış. Yanında oturan annesinin gözü duvardaki saatte. Ara sıra da dönüp kızına azarlar bir şekilde uslu durmasını tembihliyor. Kadının elleri terliyor olmalı. Sık sık avuçlarını ovalayıp pantolonuna sürtüyor. Pencereden salonun ortasına kadar yayılan Şubat güneşi odayı ısıtıyor, ancak görülen o ki dışarıdaki bahar havası şu küçük kız dışında bekleyenleri ilgilendirmiyor. Kesin kızın aklı girişteki büyük parkta.
Uzak bir köşede oturan başka bir kadın elindeki mecmuanın sayfalarını hızlı hızlı çeviriyor. Okumak için değil bakmak için olsa gerek, dergi ve gazetelerin bulunduğu sehpadan gidip bir yenisini alıyor.
Nihayet hemşirenin salona gelerek sıra sizde, buyurun demesi ile çocuğun yanındaki kadın, yüzünde endişeli bir tebessümle ayağa kalkıyor ve kızına uslu durmasını söyleyerek sanki az önceki sabırsızlanan o değilmiş gibi ağır adımlarla muayene odasına doğru ilerliyor.
Hemşire bana doğru bakıp sinirli bir halde söyleniyor.
“Doktor hanımın müsait olmadığını söylemiştim size. Görüşme yapmak için dahi olsa randevu almanız gerekiyor.”
“Bakın Yeliz Hanım. Az önce de söylemiştim. Yeliz di değil mi?”
Kadın evet der gibi başını sallayarak devam etmemi istiyor.
“Siz yenisiniz sanırım. Ben Handan Hanımın çok eski hastasıyım. Aynı zamanda arkadaşıyım. Sadece raporlarımı gösterip çıkacağım. Fazla vaktini almayacağım.”
Kumral saçlarını azametle geriye doğru atarken parmağındaki tektaşı gözüme sokar gibi elini savuruyor. “Bekleyin o zaman. Son hastadan sonra bakarız,” diyor ve cevap vermeme fırsat tanımadan doktorun odasına giriyor.
İşte o an küçük kızla göz göze geliyoruz. Gülümsemeye çalışıyorum. Anlıyor. Oturduğu yerden bir zıplayışta kalkıp yanıma geliyor. Elini cebine götürüp çıkarttığı kâğıt mendili bana uzatıyor. Taş zemine basan pembe çoraplı ayaklarına bakıyorum. Kucaklıyorum minik gövdesini. Sarılıyor bana. Yerine oturtuyorum. Öpüyorum yanağını.
İnsanlığın en güzel yanı masum çocukluk yılları olmalı. Büyüdükçe kuşanılan ipek çoraplarla dışı alımlı içleri kokuşmuş birer canlıya mı dönüşülüyor acaba?
Bekleme salonundan çıkarken arkamdan seslenildiğini duyuyorum. Hemşire birkaç kez adımı söylüyor. Dönmüyorum geri. Elimdeki raporları yırtıp atıyorum çöp kutusuna. Çıkan sonuçlardan kimseye bahsetmeme kararını o an mı verdim bilmiyorum. Yutkunuyorum. Boğazımda bir yanma. Bu sefer tutmuyorum yaşlarımı. Ağlayamadıklarım için de ağlıyorum sokaklarda. Şubat güneşi gözümü alıyor. Gözlerimin içi yanıyor.

İyi hissediyorum kendimi… Çok iyi… Aklımda kalan pembe çoraplar ve bir sıcacık sarılma.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder