EDEBİYATIMIZDA AŞK
FUZULÎ
Ne var ki, o kadar da kolay değil
elbet aşkı bulmak. Sıradan sevgi yahut anlık heyecanlar değil, asırlara mal
olmak; tıpkı edebiyatımıza aşk konusunda mesnevi yazan iki önemli şairimizden
Ali Şir Nevayî ve Fuzulî gibi aşkı yazmak ve günümüze değin yaşatmak.
XIII yüzyılda Mevlânâ
Celâleddin-i Rûmî’nin Dîvân-ı Kebîr’i
ve Mesnevî-î Şerîf’i ilâhi aşkın
işlendiği en büyük eser olmakla birlikte, Türk edebiyatında aşk teması XVI.
yüzyıldan itibaren dünyevi ve ulvi aşkla birlikte işlenmeye başlanmış ve ilk
örneklerini Leylâ ve Mecnun mesnevisi
ile verip, en güzel eserini büyük şairimiz Fuzulî’nin kaleminden vermiştir. Fuzulî’nin
bu eseri, “Leyla ve Mecnun” hikâyesinin
geleneksel kalıpları içerisinde vahdet-i vücut (varlığın birliği) inancını ve
platonik aşk anlayışını yansıtmaktadır. Bu hikâyenin günümüze değin canlılığını
koruyarak ulaşmasının en önemli nedeni her devre uyarlanabilmiş olmasıdır.
Divan edebiyatından halk edebiyatına, orta oyunundan beyaz perdeye kadar konu
olarak işlenmiştir. En yakın örneği olarak kitaplarında Leylâ ile Mecnun aşkını
da tema alan günümüz edebiyatçılarından Prof. Dr. İskender Pala’nın dediği
gibi; “Aşk ile döner gökler, aşk ile durur kâinat. Aşk, Mecnun'dan Leyla'ya bir
feryat, Mansur'dan dara bir sır, gözden kalbe bir yoldur. Velhasıl, klasik
edebiyatımızda aşk her şeydir, her şey de aşktır…”
Edebiyatımızın en önemli
örneklerinin başladığı divan edebiyatı, düz yazıdan çok şiirleri ve aşk
temasını içermektedir. Divan edebiyatını incelediğimizde mecazi aşktan ruhani
aşka, platonik aşktan bedensel aşka her türlü aşkın işlendiğini ve dünyevi aşk
ile ilâhi aşkın birbiri ile olan bağlantısını görmekteyiz. Divan edebiyatında
platonik aşk Fuzulî ile zirveye çıkıp Leyla ile Mecnun mesnevisinde ilâhi aşka
giden yol gösterilmiş, tasavvufi aşk Şeyh Galip’ in “Hüsn-ü Aşk”ı ile yazılmış ve beşeri aşk ise Nedim ile işlenmiştir.
Türk edebiyatı Tanzimat ile batı
etkisinde kalarak Divan edebiyatının önemini yitirmeye başlamasıyla edebiyatımızda
değişimler de başlamıştır.
IX. Yüzyıldan itibaren Halit Ziya
Uşaklıgil’in “Aşk-ı Memnu”su ile
yasak aşkı, Reşat Nuri Güntekin’den “Çalıkuşu”
ile aşkta gözyaşını, Sabahattin Ali’nin “Kürk
Mantolu Madonna”sı ile aşkta dramı, Yusuf Atılgan’ın “Aylak Adam”ı ile hep yarınlara bırakılarak bir ihtimal olarak kalan
aşkı, Yaşar Kemal’in “Ağrıdağı Efsanesi”
ile ağıt olarak aşkı, Behçet Necatigil’in “Serin
Mavi”si ile evcimen bir aşkı ve Cemil Meriç’in “Jurnal”inde yazdığı Lamiasına mektupları ile de aşkın hasretini görmekteyiz.
Edebiyatımızda aşk sadece
romanlarla değil şiirlerle de bize derin izler bırakmakta ve aşkın edebî gücünü
yaşatmaktadır.
XIII. yüzyılda halk diliyle
tasavvuf edebiyatının en büyük şairi Yunus Emre’yi mecazî aşktan gerçek aşka
geçişte bir kılavuz olarak, “Bizim sevdiğimiz Hak’tır bu halka gözü kaş gelir”
dizeleri ile ve XVII. yüzyılda halk şairimiz Karacaoğlan’ın aşkın umut ve
umutsuzluk arasında gidip gelmeleriyle en naif hallerini, “Herkesi sevdiğine
verse Yaradan” dizeleri ile bilmekteyiz.
Yakın zamanımızda ise şiirlerle
aşkın en iyi anlatımını; Nâzım Hikmet’in Pirayesi için yazdığı şiirleri, Attilâ
İlhan, Ümit Yaşar Oğuzcan, Cemal Süreya şiirlerini sayabiliriz.
Yüzyıllardır süregelen ve
etkisini her daim mesnevi, şiir, roman, mektup gibi edebî eserlerle koruyarak
nesiller boyu devam eden aşk; yaradılışımızın özünü aramak isteği sürdüğü
müddetçe sonsuzluğa erişip, aşk ile başlayan bu serüven aşk ile sona erecektir.
İşte bu yüzden şiirler,
mektuplar, nice yazılar ve hikâyeler “AŞK’a
DAİR” de bundan böyle sizlerle…
AŞK ile yol almanız dileğiyle.
NALAN GÜVEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder